AÖL Seçmeli Tarih 6 Dersi
Seçmeli Tarih, Tarih

TARİH 6 (TARİH 11 – 4,5,6. ÜNİTELER) DERS ÖZETİ

4. ÜNİTE DEVRİMLER ÇAĞINDA DEĞİŞEN DEVLET-TOPLUM İLİŞKİLERİ

4.1. DEVRİMLER VE DEĞİŞİMLER

Fransız İhtilali’nin İmparatorluklara Etkisi

  • Ekonomik ve sosyal gerekçelerle oluşan Fransız İhtilali beraberinde ulus, milliyetçilik, millî egemenlik, demokrasi, laiklik, adalet gibi kavramları ortaya çıkardı. Avrupa’ya yayılan bu kavramlar nedeniyle, ihtilalin ülkelerini etkilemelerinden çekinen devletler Avrupa’da Fransa’ya karşı birleşip savaştılar. Bu savaşlar, ülkeleri siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan etkiledi ve Avrupa’daki mevcut güçler dengesini de bozdu.
  • Fransız İhtilali’nin getirmiş olduğu nasyonalizm akımı çok uluslu Osmanlı Devleti’ni de etkiledi. En bariz örnek 1820 Yunan Ayaklanmasıdır.
  • Osmanlı için, Fransız İhtilali’nin yaymış olduğu milliyetçilik akımının etkisi ile I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde devlet sınırlarının Meriç Nehri’ne kadar gerilemesine, Balkan ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmalarına sebep oldu.
  • 1830-1860 yılları arasında Batı’da sivil toplum hayatına yer etmiş olan özgürlük ve anayasacılık gibi düşünceler, Osmanlı’da da büyük bir hayranlık uyandırdı. Osmanlı Devleti’nde 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması buna bağlı en önemli gelişmedir.
  • “Genç Osmanlılar” adıyla ortaya çıkan bir grup aydın 1865-1875 yılları arasında yürüttükleri çalışmalarla Osmanlı Devleti’nde ilk anayasanın yürürlüğe girmesini sağladılar (1876). Bununla birlikte I. Meşrutiyet Dönemi başladı. II. Meşrutiyet yıllarında Türkçülük akımı hızla Osmanlı coğrafyasında yayılmaya başladı. Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde bu Türk milliyetçiliği yer aldı.

Osmanlı Devleti’nde Bağımsızlık Hareketleri

  • Osmanlı Devleti’nde Fransız İhtilali ile gelişen milliyetçilik akımının etkisiyle birçok isyan gerçekleşti.
  • Napolyon Bonapart, Balkanlar’ı ele geçirmek, Mısır’a çıkmak ve Doğu Akdeniz’i bir Fransız gölü hâline getirmek için Osmanlı Devleti’nde milliyetçilik akımının yayılması ve bağımsızlık isyanlarının çıkması için uğraştı.
  • Rusya, Yedi Ada’da Rumları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırttı. Rusya Balkanlar’da milliyetçiliği yaymaya devam etti.
  • Avusturya ve Rusya, Balkanlar’daki emellerini gerçekleştirebilmek için milliyetçilik düşüncesini Sırplar arasında yaymaya başladılar, 1878 yılında Sırpların bağımsızlığı ile sonuçlandı.
  • 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Devleti’nin yenilmesi sonucunda yapılan Edirne Antlaşması’ndan sonra Yunanistan bağımsızlığını ilan etti.
  • Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması sonrasında diğer azınlıklar da isyan ettiler ve bağımsızlıklarını kazandılar.

XIX. Yüzyıl Sosyal Muhalefet Hareketleri

  • 1830 İhtilalleri, ilk olarak Fransa’da başladı. İhtilal başarılı olunca Almanya, İtalya, Polonya, İngiltere ve İspanya’da da etkilerini hissettirdi. Fransa, Belçika ve İspanya’da liberalizm hareketi başarıyla sonuçlandı.
  • 1830 İhtilallerinin sebepleri arasında:
  • Ekonomik hayatın gelişmesinin ancak siyasal alandaki liberalizm ile gerçekleşeceğine inanılması,
  • Avrupa halklarında özgürlük arayışının gittikçe yaygınlaşması,
  • 1815 Viyana Kongresi’nden sonra Metternich Sistemi ile kralların özgürlük düşüncesini benimseyen Avrupa halkının üzerinde hakları kısıtlayıcı politika uygulaması,
  • 1815-1830 yılları arasında ülkelerin anayasal düzene geçmeleri ve kralların anayasayı kaldırmak veya anayasanın sınırlarını daraltmak istemesi,
  • Başka devletlerin egemenliği altındaki halklarda milliyetçilik akımının güçlenmesi,
  • Almanya’da bilim ve felsefenin ilerlemesiyle Avrupa’ya liberalizmin yerleşmesi yer alır.

1848 İhtilalleri

  • Avrupa’da 1815-1830 yılları arasında yaşanan siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler ile 1815 Viyana Kongresi’nin getirmiş olduğu düzen, 1848 İhtilallerini de beraberinde getirdi.
  • 1848’den önce liberalizmin içerisinde yer alan fikirler ve kavramlar arasına; anayasalı siyasal rejim, seçim hak ve hürriyeti ile basın hürriyeti dâhil olmuştu.
  • Avrupa’da sanayi geliştikçe ve üretim arttıkça, ulaşım sorunu ortaya çıktı. Bu durumun çözümü için demir yollarının yapımına hız verildi.
  • Ulaşım araçlarının gelişmesiyle mesafeler kısaldı.
  • Bu durum toplumları birbirine yaklaştırdı ve fikir akımlarının daha hızlı ve geniş alanlara yayılmasını sağladı.
  • Sanayi Devrimi sonucunda üretim artınca Avrupa Kıtası’nda yeni pazar arayışlarına gidildi.
  • Şehirlerin nüfusu arttı. Buna bağlı olarak sanayi şehirlerinde işçi sınıfı gittikçe büyüdü. İşçilerin düşük ücretle çalıştırılması sefaleti de beraberinde getirdi.
  • Avrupa’da hükûmetler, ideoloji veya inançlar üzerinden değil güç ve gerçeklik üzerinden siyaset yapmaya başladılar.
  • 1848 İhtilallerine karşı çıkan Avusturya ve Rusya’nın zayıflaması İtalya ve Almanya’nın siyasi birliklerinin de oluşmasını sağladı.

Modern Siyasal İdeolojiler

Liberalizm

Özgürlük, serbestlik anlamlarına gelen liberalizm, insanların özgürlüğünü savunan bir düşünce sistemidir.

XVII. yüzyılın başlarında liberal fikirlerin ortaya çıkmasında etkili olan dört sorun vardı, bunlar:

  • Durağan sosyal yapı
  • Ekonomik faaliyetlerin kısıtlanması
  • Devletin elinde tuttuğu aşırı güç
  • Dinî bağnazlık

Liberal düşünürlerin bu dört soruna karşı savunduğu düşünceler şöyleydi:

  • Tüm bireyler eşit haklara sahiptirler (doğal haklar doktrini).
  • Ekonomik faaliyetler ve özgürlükler sınırlandırılmamalıdır (rekabetçi piyasa ekonomisi).
  • Keyfi yönetim anlayışı yasalarla sınırlandırılmalıdır (anayasal yönetim felsefesi).
  • Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, din ve vicdana ait konuların kişisel meseleler olduğu kabul edilmeli (sekülerizm-laiklik).

Kapitalizm

Kapitalizm, serbest piyasa ekonomisi veya serbest girişim ekonomisi olarak bilinir. Özel teşebbüse ve piyasa serbestliğine dayalı olan bir üretim sistemidir.

Tarım ekonomisine dayanan feodalizmin çöküşünden sonra Sanayi Devrimi ile kapitalizm ortaya çıkmıştır.

Kapitalizm İdeolojisinin Ortaya Çıkma Nedenleri

  • XIV ve XVII. yüzyıl arasında uluslararası ticaretin artması
  • Bankacılığın gelişmesi
  • Sermaye birikimine sahip yeni bir iş adamı sınıfının ortaya çıkması
  • XVI, XVII ve XVIII. yüzyıllardaki İngiliz kumaş sanayisinin büyümesi
  • Bilimin özellikle de gözlem ve tümevarım metodundaki gelişimin eski düzene olan inancı yıkması
  • Zenginleşen sanayi ve tüccar sınıfının (burjuvazi) XVIII ve XIX. yüzyılda kendi çıkarlarına uygun yeni bir düzen istemesi
  • Protestan Kilisesi’nin getirdiği sermaye biriktirmek anlayışını kapitalist girişim ruhu ile örtüşmesi

Alman din sosyoloğu Max Weber, Protestan ahlakının kapitalizmin ruhunu oluşturduğunu öne sürdü.

I. Dünya Savaşı kapitalizmin gelişiminde bir dönüm noktasıdır. Altın ölçeğine bağlı sistemin yerini ulusal para birimleri aldı. Bankacılık yani sermaye yapılanması Avrupa’dan ABD’ye geçti. Dünya Ekonomik Krizi (1929) ile kapitalizmin son bulacağı düşünülse de kapitalizmin kendini yenilemesi sayesinde bu olmamıştır.

Kapitalizmin merkezinde birey ve bireysel menfaatler ön planda tutulmuştur. Kapitalizmin amaçları arasında şunlar vardır:

  • En yüksek kârı elde edebilmek,
  • Bireylere serbest girişim yapabileceği hakları kazandırmak,
  • Üretim aşamasında devletin müdahalesini en asgari düzeye düşürmek,
  • Üretilen malları satmak ve ekonomiyi özel kesime bırakmak,
  • Özel teşebbüslerin büyüyerek devam etmesi,

Teknolojik gelişmeler, büyüyen sermaye artışı, büyük pazarların ve sanayi kuruluşlarının meydana gelmesi kapitalizmin günümüzde de yaşamasına imkân tanımıştır.

Sosyalizm

Sosyalizm, kapitalizme bir tepki olarak doğan ve kapitalizmin özel mülkiyet, piyasa ekonomisi ve kâr esasına karşı çıkan bir ideolojidir. Sosyalizmin amaçları:

  • Sermaye sahipleriyle işçiler arasındaki eşitsizliği giderme,
  • Servet ve refah farklarını ortadan kaldırma,
  • Üretim araçlarını toplumun mülkiyetine geçirme,
  • Özel mülkiyet yerine kolektif mülkiyeti oluşturma,
  • Toplumda sınıf farklılıklarını ortadan kaldırma yer almaktadır.

Karl Marx klasik Alman felsefesini, Fransız sosyalizmini ve İngiliz siyasal düşüncesini bir araya getirmiş ve kendi sosyalizm anlayışını oluşturmuştu. Üretim araçları kamuya ait olduğundan tarihsel olarak kapitalizmden sonra kesinlikle sosyalizmin geleceği iddiasında bulunuyordu.

Marksizm

Bilimsel sosyalizm olarak da adlandırılan Marksizm, Karl Marx ve Fredrich Engels tarafından ortaya atılan bir fikir akımıdır.

Marksizm, ekonomik ve toplumsal olguların değişmesini sağlayan yasaları, kapitalist düzenden yeni düzene nasıl geçileceğini ortaya koyan düşüncedir.

İşçi sınıfını ön plana çıkaran Karl Marx, bu sınıfa kapitalizmi yıkıp yeni bir düzeni oluşturma görevi verir. Marksizm’de irade, bireylere veya belirli bir gruba değil, işçi sınıfına verilmiştir.

Siyasi İdeolojilerin Toplumsal Etkileri

  • Liberalizm Avrupa’da güzel sanatları da etkiledi. Güzel sanatlarda tabiat ile tabiattaki şekilleri özgürce kullanmayı ilke edinen Romantizm akımının doğmasına yol açtı.
  • Liberalizm dinî alanda da etkisini hissettirdi. Liberaller, halka din ve vicdan hürriyetinin devlet tarafından verilmesi için çaba gösterdiler.
  • Liberalizm ve sosyalizm ideolojileri birbirleri ile zıt görüş içinde olmalarına rağmen halka basın, din ve eğitim özgürlüklerini kazandırmada etkin bir rol oynadılar.
  • Kapitalist gelişmeler işçi ve sermaye sınıfları arasında derin bunalımlara ve çatışmalara yol açtı.
  • Sanayi İnkılabı’nın işçilere sunduğu hayat şartları (günde 12 saatten fazla çalışma, işçi kazalarının çokluğu, sağlıksız çalışma ortamları, ücretlerin azlığı, kötü beslenme, çocuk ölümleri, hastalıklar, işsizlik ve ekonomik bunalım) XIX. yüzyılda toplumsal sorunlara yol açtı.
  • Bu durum liberalizm ve kapitalizmin karşısında işçi sınıfının ideolojileri olan sosyalizm ve Marksizm’in doğmasına neden oldu.
  • Sosyalizmin etkisi ile Avrupa’da liberal fikirleri savunan devletler, işçi ve sermaye sahiplerinin arasına girerek kapitalist sistemin özüne dokunmadan işçilere bazı haklar tanıdı.
  • Çalışma düzeni, gelir bölüşümü ve kamu alanında çalışan insanlar lehine bir takım düzenleme ve iyileştirme yaparak ekonomik yaşamda etkin bir rol oynadılar.
  • Marksizm ve sosyalizm ideolojilerinde dinin herhangi bir olumlu fonksiyonunun olmadığı savunuldu.
  • Sosyalistler, kapitalizmin dinin pratikteki uygulamalarını aşındıracağını ve zamanla dinin toplumlar üzerindeki etkisinin ortadan kalkacağını öne sürdü.
  • Sosyalizm ve Marksizm’in dine karşı özel bir strateji geliştirmesine gerek olmadığını savundu.

Mutlak Monarşiden Anayasal Monarşiye

XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa bir ihtilaller dönemine girdi. Bu yüzyılda yaşanan Amerikan ve Fransız İhtilali’yle başlayan süreç, Avrupa’da 1830 ve 1848 ihtilalleriyle kapandı.

Fransız İhtilali ile yıkılan mutlak monarşiden sonra orta sınıf, halkın elindeki kontrol dışı güçle karşı karşıya kaldı. İhtilalden sonra mülkiyet karşıtı sosyalistler de faaliyetlerini yaygınlaştırdı. İhtilal gittikçe tehlikeli boyutlara ulaştı. Avrupa’da ilk kez bir kral ve kraliçe idam edildi.

Sanayi İnkılabı’ndan sonra burjuvaziyi egemen yapan ekonomik sistem işçi sınıfını ortaya çıkardı. İktidarların işçilerin sorununu çözmek yerine onlara karşı güç kullanması, özgürlüğü savunan liberallerle sosyalistlerin birlikte hareket etmesini sağladı. Bu durum özgürlükçü anayasaları ortaya çıkardı. Mutlak monarşilerin bir kısmı yıkıldı. Bir kısmı da yönetim şeklini yumuşatarak anayasal monarşilerle yollarına devam etti.

4.2. OSMANLI DEVLETİ’NDE MODERN ORDU TEŞKİLATI VE YURTTAŞ ASKERLİĞİ

Zorunlu Askerlik Sisteminden Ulus Devlete

Fransız İhtilali’nden sonra “Vatan tehlikede ve halkın tamamı vatan savunmasından sorumludur.” biçiminde oluşan söylemler yeni bir ordu anlayışını da beraberinde getirdi.

Millî bir devlet kurma fikri, zorunlu askerliğe dayalı millî bir ordu kurma fikrinin doğmasına sebep oldu. Ulus devletler zorunlu askerlikle güçlü bir ordu kurmayı hedefledi ve aynı zamanda farklı statülere bölünmüş topluluktan eşit vatandaşlığa geçişi sağladı.

Devlete bağlı bir okul sistemi geliştirerek zorunlu temel eğitim uygulamasına gitmek ulus devletlerin başvurduğu temel araçların başındadır. Bir diğer önemli araç, zorunlu askerliktir. Bu sisteme göre ordu “milletin okulu” olarak değerlendirilir ve orduya bir “medenileştirme misyonu” yüklenir.

Osmanlı Devleti’nde Modern Ordu Kurma Çabaları

Nizam-ı Cedid Ordusu

Yeniçeri Ocağında ilk bozulmalar XVI. yüzyıl ortalarında başladı. Yeniçerilerin evlenmeye başlaması ve askerlik dışında başka mesleklerle uğraşması onları talim yapmaktan uzaklaştırdı. Bu durum onların askerlik yeteneklerini zayıflattı. Sultan III. Murat Dönemi’nde askerlikle alakası olmayanların Yeniçeri Ocağına alınması orduda bozulmayı hızlandırdı.

Orduda, liyakate dayalı belirli bir tayin ve terfi sisteminin bulunmayışı rüşvet ve iltimasın önünü açtı. Böylece askerlikle alakası olmayan kişilerin orduya girmesi ordudaki disiplinin bozulmasına neden oldu. Tımar sisteminin çeşitli sebeplerden dolayı bozulması Yeniçeri Ocağının taşrada örgütlenmesine neden oldu. Tımarlı sipahi yeniçeri dengesi, yeniçeriler lehine bozuldu. Geleneksel bir anlayışla varlığını sürdürmekte olan bu kuruluşu ıslah etmeye yönelik çabalar sonuçsuz kaldı. III. Selim Devri’nden I. Meşrutiyet’e kadar geçecek sürede Osmanlı ordusunda yapılan yeniliklerle çağın gereklerine uygun, bütünüyle yenileşmiş bir ordu kuruldu.

Osmanlı ordusunda çağa uygun bir yapılanmayı gerçekleştirme girişimlerinin başlangıcı “Nizam-ı Cedit” askerî birliklerinin kurulmasıdır. III. Selim kendisine yapılan önerileri göz önünde bulundurarak Yeniçeri Ocağı dışında bir askerî birlik kurma kararını aldırttı. Ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra 1792’de İstanbul’da Levent Çiftliği’nde yeni askerî birlikler eğitim ve öğretime başladı.

Kabakçı Mustafa İsyanı sonucu padişahın tahttan indirilmesi ve öldürülmesi (1807) bu faaliyetlerin başarıya devam etmesini engelledi. III. Selim’in öldürülmesiyle İstanbul’daki Nizam-ı Cedit birlikleri dağıtıldı, taşradaki kışlalar yıktırıldı.

Yeniçeri Ocağının Kaldırılması ve Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyenin Kurulması

II. Mahmut’un tahta çıkmasını sağlayan Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, kendine bağlı askeri kuvvetleri olan güçlü bir sadrazamdı. Önce Nizam-ı Cedit’in benzeri olarak Sekban-ı Cedit Ocağını kurdu. Alemdar Mustafa Paşa’nın sadrazam olmasından üç buçuk ay sonra Sekban-ı Cedit Ocağının kurulmasını bahane eden yeniçeriler ayaklandı. 1808’de Alemdar Mustafa Paşa’nın Sekban-ı Cedit kuvvetleri ile halk ve yeniçeriler arasında adeta bir iç savaş yaşandı. Yeniçeriler, Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürüp saraya doğru harekete geçti.

1808’den 1826’ya kadar geçen süre içerisinde II. Mahmut, âyan sorununu çözerek ulemayı ve halkı kendi tarafına çekmeyi başardı. Yeniçerilerin üst komuta kademesine kendisine yakın kişileri yerleştirerek olası bir isyana karşı gerekli tüm tedbirleri aldı.

Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusu zorunlu askerliğe tabi olduğundan paralı askerlik sistemi de kaldırılarak millî orduya geçişte önemli bir adım atılmış oldu.

Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye, çağın gereklerine uygun bir yapıda oluşturulmak istendi. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi askerlere düzenli eğitim öğretim yaptırıldı, giyim kuşam, araç gereç ve silahlar da yenilendi. Yeni ordunun üniforma, bot ve diğer teçhizatının karşılanması amacıyla feshane, debbağhane (deri imalathanesi) ve iplikhane adlarıyla imalathaneler kuruldu.

Tıbbiye ve Harbiye mektepleri modernleşme ve ilerleme hareketlerinde birinci derecede rol oynadı. Sultan II. Mahmut’tan sonra bu iki müessese, Avrupai fikirlerin temsilcisi durumuna geldi. Bunların, yabancı dille eğitim yapması ve yabancı hocaların buralarda ders vermesi nedeniyle Batı aydınlanma düşüncesinin ve Batı siyaset anlayışının Osmanlı Devleti’ne girmesinde etkili oldu.

1815 yılından sonra Fransa’da ilk uygulaması görünen kura ile askere alma işlemi, 1843 yılında yapılan düzenlemeyle Osmanlı Devleti’nde de kabul edilmişti. Uygulamanın nasıl yapılacağı ise 1846’da çıkarılan “Kura Kanunu” ile açıklanmıştı. Her idari birime nüfusu dikkate alınarak bir asker kotası verilecek ve bu miktar doluncaya kadar 20-25 yaş aralığındaki Müslüman erkekler kura ile askere alınacaktı. Kurada ismi çıkanların, kendi yerlerine “bedel-i şahsi” adıyla bir başkasını vekil olarak göndermesi mümkün olduğu gibi “bedel-i nakdî” ödemek suretiyle askerlik vazifesini bedeli karşılığı yerine getirmeleri de mümkün hâle getirildi. Bu uygulamaya bedel-i askerî denir.

4.3. ULUSALLAŞMANIN VE ENDÜSTRİLEŞMENİN SOSYAL ETKİLERİ

Nüfus Politikası ve Demografik Güç

Sanayi İnkılabı’nın etkisiyle kırdan kente doğru başlayan göçler şehirlerde iş gücünün oluşmasını sağladı. Bu dönemde Avrupa’da nüfus hızla arttı.

Nüfusun bir ülkede artması o ülkeye birtakım avantajlar sağlayacaktır:

  • Devletin askerî ve siyasi güç kazanması
  • Ekonomide kalkınma için gerekli işçi gücüne sahip olunması
  • Bir devletin askerî, siyasi, ekonomik alanlarda mevcut nüfusu kullanabilmesi,
  • Yeni ele geçirilen ülkelerde hem siyasi hem de ekonomik hâkimiyeti sağlayabilmesi
  • Savaş gücünün insan sayısına orantılı olarak artması

Osmanlı Devleti’nde Haberleşme ve Ulaşım

Telgraf

Osmanlı Devleti’ne elektrikli telgraf hattı, ilk defa 1855’te İstanbul’u Avrupa’ya bağladı. Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit dönemlerinde, Osmanlı telgraf ağı hızlı bir şekilde yayıldı.

Demir Yolları

Osmanlı Devleti demir yollarını Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş Avrupa devletlerine imtiyazlar vermek suretiyle yaptırdı.

Osmanlı Devleti’nde demir yolu ulaşımı ilk kez 1851’de Kahire ve İskenderiye arasındaki hattın yapılmasıyla başladı. Anadolu’da ise 1856 yılında İzmir-Aydın Demir Yolu’nun inşasıyla başladı.

Avrupa Kıtası’ndaki ilk Osmanlı demir yolu 1856’da Cenova-Köstence Demir Yolu İngiliz şirketlerince açıldı.

Osmanlı Devleti’nde en fazla demir yolu yapımı II. Abdülhamit Dönemi’nde Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’nin kurulmasıyla başladı.

II. Abdülhamit’e göre demir yolları sayesinde Osmanlı tarım ürünlerinin pazara sevki kolaylaşacak, halkın zenginliği artacak, ticaret gelişerek ithalat ve ihracattan alınan gümrük vergileri hazineye katkı sağlayacaktı. Demir yolu güzergâhındaki madenler daha rahat işletilerek maden üretimi ve geliri artacaktı ayrıca göçmenler demir yolu sayesinde ülke içindeki uzak bölgelere kadar götürülüp yerleştirilecekti.

Ulus Devlette Vatandaş Kimliği

Yurttaşlık ve yurtseverlik insanların yalnızca toprağa karşı içten bağlı ve aidiyet duygusunu ortaya koymadı. Aynı zamanda, rejimin oluşturmuş olduğu temel kurum ve değerlere bağlılığı da kapsadı.

Devletler eğitim sistemleri ve askerî teşkilatları sayesinde aynı üniformayı giyen, aynı marşı söyleyen, aynı dili konuşan, disiplinli, vatansever, üretken ve devletine sadık vatandaşlar yetiştirdiler.

Osmanlı Devleti’nde Açılan Modern Askerî ve Sivil Mektepler

Osmanlı idarecileri yenilgileri, Avrupalı subay ve askerlerin iyi eğitim almış olmalarına ve kendilerinin de bu alanda geri kalmalarına bağladılar. XVIII. yüzyılda Osmanlı ülkesine gelen yabancı uzmanlar da askerî yenileşmeyi tavsiye ettiler. Bu yüzden XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren askerî ihtiyaçları karşılamak için Avrupa’nın çağdaş eğitim kurumları örnek alınarak modern mektepler açıldı. Açılan askeri okullar şunlardı:

PADİŞAH-YIL AÇTIĞI OKUL EĞİTİM KONUSU
III. Mustafa – 1734 Hendesehane Modern askeri eğitim vermek
III. Mustafa – 1773 Mühendishane-i Bahri-i Hümâyun Deniz subayı ve mühendisleri yetiştirmek
III. Selim – 1795 Mühendishane-i Berri-i Hümâyun Kara ordusuna subay ve teknik elemanlar yetiştirmek
II. Mahmut – 1827 Mekteb-i Tıbbiye Modern tıp eğitiminin verilmesi
II. Mahmut – 1834 Mekteb-i Harbiye Yabancı dilde askerî eğitim verilmesi
Abdülmecid – 1859 Mülkiye Mektebi matematik,
tabii ilimler ve tıp, öğrenciler tarafından daha modern bir şekilde öğretilmesi

Bunların yanında Tanzimat Dönemi’nde ise mesleki ve teknik eğitim alanında bazı önemli gelişmeler yaşandı. Ülkede nitelikli memur yetiştirmek için okullar açıldı. Bunlar:

Mekteb-i Maârif-i Adliyye ve Mekteb-i Aklâm ayrıca mesleki ve teknik eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla Askerî Baytar Mektebi, Ziraat Talimhanesi, Maadin Mektebi, Telgraf Mektebi adlarında birçok okul açıldı.

Memurların dil öğrenebilmesi için Lisan Mektebi açıldı. Mesleki ve teknik eleman yetiştirmeye yönelik önemli adımlar atan Mithat Paşa “Islâhhâne” ve Mekteb-i Sanayi’yi kurdu. Kızların meslek öğretimi ile ilgili olarak açılan Cevri Kalfa Mektebi ile Kız Sanayi Mektebi dönemin önemli meslek okullarıydı.

II. Mahmut, erkek çocukların sıbyan mekteplerine devamını sağlayacak zorunlu eğitimi başlatacak bir ferman yayınladı. Osmanlı Devleti’nde ilköğretim basamağı sayılan sıbyan mektepleri “Mekâtib-i Umûmiye Nezareti”nin kurulmasından sonra vakıfların denetiminden çıkartıldı ve Maarif-i Umûmiye Nizamnamesi ile birlikte yeniden düzenlendi.

Osmanlı Devleti’nde Açılan Yabancı ve Misyoner Okullar ile Azınlık Okulları

Tanzimat Dönemi’nde yapılan düzenlemelerle eğitim-öğretim birliği bozuldu. Uzun yıllar “medrese”, “tanzimat mektepleri”, “askerî mektepler”, “azınlık ve yabancı okulları” gibi birçok okulda farklı bilgi, düşünce ve ideale sahip insanlar yetişti. Bu zıtlıklar toplumda çeşitli olumsuzluklara yol açtı.
Oldukça geniş imkânlara sahip bu okullarda zamanla milliyetçilik fikirleri etkili oldu. Azınlıkların eğitim gördüğü yabancı okullarda Osmanlı aleyhine propagandalar yapıldı. Yine bu okullarda misyonerlik faaliyetleri yaygınlaştı.
Zamanla devletin otorite boşluğundan faydalan birçok ülke Osmanlı sınırları içerisinde kiliselerin bünyesinde okullar açtılar. Bu dönemde Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya gibi ülkeler açtıkları okullar sayesinde politik çıkarlarını korumaya çalıştılar. XX. yüzyıl başlarında ülkede 7000’e yakın azınlık okulu ile 400’e yakın yabancı okul eğitim faaliyetlerinde bulunmaktaydı.
Azınlık ve yabancı okullarında yapılan yıkıcı propagandalar özellikle gayrimüslim halk arasında milliyetçilik fikirlerin yayılmasına neden oldu. Özellikle Bulgar, Rum ve Ermeni isyanlarının çıkmasında bu okullar büyük rol oynadı. Bu gelişmeler Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını hızlandırdı.

II. Abdülhamit Dönemi Eğitim Politikası

II. Abdülhamit eğitim faaliyetlerinde Türklerin yoğun yaşadığı Anadolu’ya ağırlık verdi. Azınlık ve yabancı okullara Türk öğretmenler atanarak kontrol altına alınmaya çalışıldı. Bu devirde siyasi fikir akımlarının da okullara yansımaya başladığı görülmekteydi. İlk dereceli okullarda İslamcılık, orta dereceli okullarda ise Osmanlıcılık akımını vermeye çalışan programlar uygulandı. Türkçülük anlayışı da yavaş yavaş okulların müfredatına girmeye başladı.

II. Abdülhamit Dönemi’nde Eğitim ile İlgili Yapılan Diğer Çalışmalar

  • İbtidai (ilkokul) mektepler, rüşdiyeler ve idadiler yaygınlaştırıldı. (İlk kız idadisi 1880 yılında açılmıştı.)
  • Çocukların ilköğretimine büyük önem verilerek pek çok vilayette yeni okullar açıldı.
  • Anadolu’da özellikle Doğu Anadolu’da köylerin küçük ve dağınık olması dolayısı ile nahiye merkezlerine bölge ilkokulu düzeyinde mektepler açıldı.
  • Darülfünuna yeni bölümler açılarak genişletildi.
  • Harbiye, mülkiye ve askerî tıbbiyenin müfredatları geliştirildi.
  • Daru’l-Muallimin yeniden düzenlenerek “Âliye” şubesi (Yüksek Öğretim Okulu) açıldı.
  • Mekteb-i Funûn-ı Maliye, Ziraat ve Baytar Mektebi , Gümrük Mektebi, Hamidiye Ticaret Mektebi, Polis Mektebi gibi memur meslek mektepleri açıldı.
  • Mekteb-i Hukuk, Hendese-i Mülkiye, Maliye Mektebi, Ticaret Mektebi, Deniz Ticareti Mektebi, kız sanayi mektepleri gibi yüksekokullar açıldı.
  • Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı.
  • Rüşdiyelerden itibaren yabancı dil öğretimi zorunlu oldu. Birçok vilayette darülmuallimin ve hukuk mektepleri açıldı.
  • İstanbul’daki Yüksek Öğretmen Okulu (Darülmuallimin-i Aliye) ilk ve orta dereceli okullara öğretmen yetiştirecek şekilde yeniden yapılandırıldı ve ülkedeki öğretmen yetiştiren kurumların sayısı otuzun üzerine çıkarıldı.
  • Devletin kritik bölgelerinde yer alan aşiretlerin çocuklarını Osmanlılık bilinciyle yetiştirmek amacıyla İstanbul’da bir Aşiret Mektebi açıldı.
  • Bağcılık ve Aşı Mektebi, Orman ve Maâdin Mektebi, Çoban Mektebi, Zeytincilik ve Yağcılık Mektebi, Sulama Drenaj Mektebi gibi tarım ve sanayi mektepleri açıldı.

II. Abdülhamit Dönemi’nde Açılan Hastaneler

II. Abdülhamit Dönemi’nde, 89 genel kamu hastanesi, 27 kurum hastanesi, 74 asker hastanesi, 26 Hilal-i Ahmer hastanesi, 12 gayrimüslim cemaat hastanesi, 29 yabancı misyon hastanesi, 8 eğitim hastanesi, 8 kadınlara mahsus hastane, 8 doğumhane, 1 çocuk hastanesi, 2 akıl hastanesi, 23 frengi hastanesi, 3 verem sanatoryumu, 8 kolera hastanesi olmak üzere toplamda 300’den fazla hastane yapılmıştır.

Emeklilik Sistemi (Tekaütlük Sistemi)

16 Ocak 1865’te Emeklilik Kanunu ile emekliliği düzenleyen ilk kurumlar ortaya çıktı. Orduda ve sivil bürokraside çalışan insanların emekliye ayrılma hakları ile ilgili kanun layihaları hazırlandı. Bu konudaki en önemli gelişme ise II. Abdülhamit Dönemi’nde emekli sandıklarının kurulmasıdır. Yeni düzenlemelerle emeklilik sistemi askerî ve sivil memurlarının dışında dul ve yetimlerini de kapsayacak şekilde genişletildi.

4.4. OSMANLI DEVLETİ’NDE DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ

Sened-i İttifak (1808)

II. Mahmut’un tahta çıktığı zaman devlet otoritesi sadece başkent İstanbul ve çevresiyle sınırlı bir hâldeydi. II. Mahmut, merkezde siyasi gücü artan Alemdar Mustafa Paşa’yı, sadrazamlığa getirdi. Alemdar Mustafa Paşa devlet otoritesinin yeniden tesisi için her şeyden önce asayişin sağlanmasını gerekli gördü ve işe İstanbul’dan başladı. Öncelikle Boğaz Yamakları Ocağı kaldırıldı, ardından da Yeniçeri Ocağının muhasebesini teftiş vesilesiyle yeniçeri zorbaları öldürüldü veya sürgüne gönderildi.

Alemdar Mustafa Paşa, taşrada yok olan merkezî otoriteyi tekrar tesis etmek amacıyla âyanlarla anlaşma yoluna giderek âyanları İstanbul’a çağırdı. Amacı merkez ile taşra arasında bir uzlaşma sağlamak, âyanlara hak ve görevler vererek resmiyet kazandırmak, böylece devletin dağılma tehlikesini önlemekti.

Öneriler oturuma katılanlar arasında tartışıldı ve alınan kararlar “Sened-i İttifak” adı verilen belgeye yazılarak imzalanıp mühürlendi. Toplantıya katılan âyanlardan sadece dördü bu belgeyi imzaladı. Diğerleri çıkarlarının zedeleneceği korkusu ile belgeyi imzalamadı. Sultan II. Mahmut bu senedi mevcut durumun kötü olmasından dolayı istemeyerek de olsa imzaladı.

Sened-i İttifak’ın Bazı Maddeleri

  • Âyanlar padişahın emirlerini yerine getirerek ona sadık kalacaklardı.
  • Âyanlar, eyaletlerden devletin asker almasına karşı gelmeyeceklerdi. Karşı gelenlerden bütün âyanlar davacı olacaklardı.
  • Hazine gelirlerinin toplanması devletin koymuş olduğu kanun ve hükümlere göre yapılacaktı.
  • Sadrazamın kanun ve ittifaka uygun olarak vereceği emirlere itaat edilecek, uygun olmayanlara birlikte karşı çıkılacaktı.
  • Âyanlar da devlet adamları gibi anlaşmaya uyacaklardı. Karşı koyan olursa bütün âyanlar hep birlikte onu engelleyeceklerdi.
  • İstanbul’da Yeniçeri Ocağı ve diğer ocaklarda isyan çıkarsa âyanlar emir beklemeksizin gelip isyanı bastırmaya çalışacaklardı.
  • Padişah âdil ve eşit vergi alacak, aşırı vergi konmayacaktı.

Ek maddeye göre de her yeni sadrazam ile şeyhülislam bu senedi imza etmekle yükümlü olacaktı. Bununla birlikte Senedi İttifak’ın meşru olduğuna dair şeyhülislam bir fetva verdi. Padişah ve diğer devlet adamları da bunu imzaladılar. Devlet ile tebaa arasında yapılan ve bir çeşit anlaşmaya benzeyen “Sened-i İttifak”, Osmanlı tarihinde örneği olmayan bir belgedir.

Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümâyunu-1839)

Tanzimat, Sultan Abdülmecit Dönemi’nde 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayan 1876 Meşrutiyet’in ilanı ile sona eren döneme denir.

Tanzimat Fermanı’nın başlıca amaçları, devlet içerisindeki halkın bir kısım haklarını genişletmek, Müslüman ve Hristiyan toplumları siyasi yönlerden birbirine yaklaştırmak ve Avrupalı devletlerin azınlıkları bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasını engelleyerek iç barışı ve bütünlüğü sağlamaktı.

Tanzimat Fermanı ile Kabul Edilen Maddeler

  • Kanun önünde herkes eşit sayılacaktı.
  • Vergiler herkesin gelirine göre toplanacaktı.
  • Hiç kimseye yargılanmadan ve sorgulanmadan ceza verilmeyecekti.
  • Mahkemeler herkese açık olarak yapılacaktı.
  • Kişilere mülkiyet hakkı tanınacaktı.
  • Askerlik işleri düzene sokulacaktı.
  • Müsadere usulü kaldırılacaktı.
  • Ayrım yapılmaksızın bütün Osmanlı vatandaşlarının can, mal ve namus güvencesi devlet tarafından sağlanacaktı.

Islahat Fermanı (1856)

Islahat Fermanı, Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne yardım eden İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın isteklerini karşılamak üzere hazırlanmıştı.

Belge, Tanzimat Fermanı’ndaki temel haklar güvencesine eşitlik esaslarını eklemekte ve yirmi noktada Hristiyanlarla Müslümanlar arasında eşitlik sağlamayı amaçlamaktaydı. Islahat Fermanı’nda Hristiyanlara yeni haklar tanındı. Hristiyanlar, Müslümanların düzeyine getirilerek halkın kaynaşması sağlanmaya çalışıldı.

Islahat Fermanı ile Getirilen İlkeler

  • Bütün uyruklar için dinî ibadet ve törenlerin yapılması serbesttir.
  • Hristiyanların da Müslümanlar kadar güvenli yaşama hakkı vardır.
  • Hristiyanların dinî nitelikteki bütün hak ve ayrıcalıkları aynen korunacaktır.
  • Şehir ve kasabalarda bulunan kilise, manastır, mezarlık, okul ve hastane gibi yerlerin tamiri ve yeniden yapılanmasına izin verilecektir.
  • Gerek kamuda gerek özelde Hristiyanları küçültücü, Müslümanlara oranla fark gözetici, hakaretamiz muamelede bulunulmayacak ve söz söylenilmeyecektir.
  • Bütün memurluklar ve okullar herkese açık olacaktır.
  • Bütün uyruklar eşit ve serbest bir şekilde ticari ve ekonomik faaliyette bulunabilecektir.
  • Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki ticaret ve cinayet davalarına karma mahkemeler bakacak ve herkes kendi dinine göre yemin edecek, mahkemelerde şahitlik konusunda eşitlik sağlanacaktır.
  • Müslüman olmayanlar da askere alınacaktır.
  • Müslüman olmayanlar da yerel meclislerde temsil edilecektir.
  • Bütün uyruklar için vergi eşitliği sağlanacaktır.
  • İltizam sistemi kaldırılarak vergiler doğrudan alınacaktır.

Bu tarihten sonra, Paris Antlaşması’ndaki, “Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışılmayacak” maddesine rağmen 1856-1876 yılları arasında Islahat Fermanı’na dayanan yabancı devletler, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine daha çok karışmaya başladılar.

I. Meşrutiyet’in İlanı ve Kanun-i Esasi’nin Kabulü

Meşrutiyet’in ilanını isteyen ve kendilerine “Genç Osmanlılar” diyen bir grup aydın 1865 tarihinde İstanbul’da “Genç Osmanlılar Cemiyeti”ni kurdular. Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Agâh Efendi bu çatı altında, padişahın mutlak otoritesine karşı ilk muhalefeti oluşturdular. Genç Osmanlıların temel amacı mutlak monarşi yerine anayasal bir monarşi kurmak yani padişahın yetkilerini halkın temsilcilerinden oluşan bir meclis ile sınırlandırmaktı. Şu çözümleri önermişlerdi:

  • Özgürlüğün gerçekleştirilmesi
  • Vatan sevgisinin hanedana bağlılık ve din birliği duygusunun yanında yer alması
  • Anayasalı bir rejimin getirilmesi
  • Yürütmeyi denetleyecek bir meclisin kurulması

Bu oluşum Devlet Şûrası (Şûra-yı Devlet) Başkanı Mithat Paşa’nın desteği ile gücünü arttırmıştır.

Balkanlar’da yaşanan olumsuzluklara çare bulmak amacıyla İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Almanya, İtalya ve Osmanlı devletlerinin temsilcileri İstanbul (Tersane) Konferansı’nda bir araya geldiler. Bu iç ve dış siyaset buhranını dağıtmak isteyen Osmanlı Devleti, İstanbul Konferansı’nın ilk oturumunun yapıldığı sırada Kanun-i Esasi’yi Bâbıâli’de toplanan devlet adamları ve halk önünde törenle ilan etti (23 Aralık 1876). Böylece Türk toplumunun ilk yazılı anayasası kabul edildi.

Kanun-i Esasi’nin Bazı Maddeleri

  • Osmanlı Devleti bir bütündür, hiçbir sebeple ayrılık kabul etmez.
  • Osmanlı saltanatı ve halifeliği hanedanın büyük oğluna aittir.
  • Mebusan Meclisi dört yılda bir seçilir.
  • Meclisi açma ve kapama yetkisi padişaha aittir.
  • Savaş ve barışa padişah karar verir.
  • Meclisin aldığı kararlarda son söz padişaha aittir.
  • Hiç kimse kanunun belirttiği sebepler dışında başka bir bahane ile cezalandırılamaz.
  • Basın, kanunlar çerçevesinde hürdür.
  • Halkın mülkiyetine ve meskenine dokunulamaz.
  • Müsadere ve angarya yasaktır.
  • Memuriyetlere tayin, usulüne göre ve ehliyet ile liyakat esasına göre yapılır.
  • Her memur vazifesinden sorumludur. Memur, kanuna aykırı emirler verilmesi hâlinde âmire itaat ederse sorumluluktan kurtulamaz.

Kanun-i Esasi’ye göre haklar ve hürriyetler açısından bütün Osmanlı vatandaşları kanun önünde eşittir. Burada din ve ibadet özgürlüğüne geniş yer verilirken düşünce özgürlüğü ile ilgili herhangi bir düzenleme göze çarpmamaktadır.

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda (93 Harbi) Osmanlı Devleti’nin başarısızlıklar ile birlikte yiyecek sıkıntısı halkın huzurunu kaçırmıştı. Osmanlı yönetimi yoğun eleştirilerin odağı hâline geldi. II. Abdülhamit ayrılıkçı mebusların faaliyetlerini ve 93 Harbi’ni gerekçe göstererek Kanun’un kendisine verdiği yetkiyle Meclisi feshetti (13 Şubat 1878).

II. Meşrutiyet’in İlanı (24 Temmuz 1908)

Reval Görüşmeleri’nde Rusya ile İngiltere’nin Osmanlı topraklarını paylaştıkları haberi kısa sürede duyuldu. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu tehlike ve çözümsüz durum İttihat ve Terakki yöneticilerini ve Türk subaylarını harekete geçirdi. İttihat ve Terakki’ye göre devleti kurtaracak tek yol II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve meşrutiyet rejimine geçilmesiydi. Osmanlı Devleti’nin sonunun geldiği iddiaları artınca Kolağası Niyazi ve Enver Beyler Selanik ve Manastır’da ayaklanma çıkardılar. Bu olay Meşrutiyet’in ilanını sağlayan adımlardan biri oldu.

Makedonya’daki olaylar gittikçe büyüyerek halkın ve III. Ordu’nun katıldığı genel bir isyan hâlini aldı. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti Selanik’te harekete geçti. 23 Temmuz 1908’de padişaha bir telgraf çekerek Kanun-i Esasi’nin derhâl yürürlüğe konulmasını ve meclisin açılmasını, bu yapılmadığı takdirde daha kötü olayların meydana gelebileceği bildirildi. II. Abdülhamit olayların büyümemesi ve devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi amacıyla meşrutiyeti yeniden ilan etti (24 Temmuz 1908).

II. Meşrutiyet ile Osmanlı Devleti’nde kurulan siyasi partiler
1. İttihat ve Terakki Fırkası ı 7. Mutedil Hürriyetperveran Fırkası
2. Hürriyet ve İtilaf Fırkası  8. Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası
3. Osmanlı Ahrar Fırkası  9. Ahali Fırkası
4. Fedakârân-ı Millet Cemiyeti  10. Osmanlı Sosyalist Fırkası
5. Osmanlı Demokrat Fırkası  11. Millî Meşrutiyet Fırkası
6. İttihad-ı Muhammediye Fırkası  

Kanun-i Esasi’de Yapılan Bazı Değişiklikler

  • Hükûmet meclise karşı sorumlu oldu.
  • Padişahın sürgün yetkisi kaldırıldı.
  • Padişahın mutlak veto yetkisi kaldırıldı.
  • Yasa teklifi için gerekli olan padişah izni kaldırıldı.
  • Padişahın meclisi açma-kapama yetkisi zorlaştırıldı.
  • Sansür yasağı kaldırıldı.
  • Siyasi parti kurma hakkı getirilerek çok partili hayata geçiş sağlandı.
  • Padişahın kanunları onaylama süresi sınırlandırıldı.

Tanzimat’ın İlan Edilmesinden Sonra Çıkarılan Belli Başlı Kanunlar

1840 Tarihli Ceza Kanunu Kişi haklarına değer veren yeni bir ceza kanunu yapıldı. Kanunnamenin hükümleri Fransız hukukundan etkilenmiş olmakla beraber esas itibariyle şeriatın ceza hukuku çerçevesinde kalıyordu. Bu kanunla herkesin kanun önünde eşit olacağı ve dil, din ve ırk ayrımı gözetilmeden kanunun uygulanacağı belirtildi. Bu kanuna göre suçlar: kanuna muhalefet, padişah ve devlete
karşı işlenen suçlar, isyan, dövme, sövme, hakaret, rüşvet, silah çekme, yol kesme…
Kanun, ölüm cezası gerektiren suçları sınırlandırıp padişahın onayına bağlamaktadır. Kanun’da
memurların işleyebilecekleri suçlar, bunlara verilecek cezalar sayılmaktaydı.
1851 Tarihli Ceza Kanunu (Kanun-ı Cedit) Önceki ceza kanununun bazı maddeleri aynen alınarak geniş şerî hükümlere yer verildi. Zabıtaya karşı gelmek, sarhoşluk, kumarbazlık, kız kaçırma, sahtekârlık, kalpazanlık gibi suçlar da bu kanuna ilave edildi.
Arazi Kanunnamesi Osmanlı toprak hukukundaki kanunlar Arazi Kanunnamesi ile
esnetildi. Mirî arazinin mülk hâline geçişi bu kanunla kolaylaştı.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Tanzimat Dönemi’nde hazırlanan en önemli kanun Mecelle-i
Ahkâm-ı Adliyye’dir. Ahmet Cevdet Paşa’nın gayretleriyle millî bir medeni kanun hazırlanması fikri ağırlık kazandı ve onun başkanlığında kurulan Mecelle Cemiyeti millî bir kanun hazırladı. Mecelle ile şerî kanunlar Batı standartlarında sistemli bir hâle getirildi. Mecelle bir bakıma modern
hukukla şerî hukukun sentezlenmesiydi.
Hukuk-ı Aile Kararnamesi İslam hukukunun aileye dair kısmının kanunlaştırılması mahiyetindedir (1917). Hukuk-ı Aile
Kararnamesi’nde Hanefi mezhebinin dışındaki mezheplerin görüşü de dikkate alındı. Kararname ile gayrimüslim vatandaşların aile hukuku tanzim edildi.
Usul-i Muhakeme-i Şeriye Nizamnamesi Tanzimat’tan sonra mahkemelerin ana hatlarıyla ikiye ayrıldığı, yargılama usullerinde de bazı
farklılıklara gidildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde asli ve tek mahkeme olan şeriye mahkemelerinin yargılama usulü, Mecelle’de yer alan hükümlerle yeniden
düzenlenmekteydi. Dağınık ve karmaşık bir yekûn oluşturan bu düzenlemeler, 1917 yılında bir
araya getirilip Usul-i Muhakeme-i Şeriye Nizamnamesi olarak çıkartıldı.
Kanunname-i Ticaret İç ve dış baskıların artması sonucu Osmanlı Devleti, ticaret mahkemelerinde tatbik edilmek
üzere 1849 yılında Fransız Ticaret Kanunu’nu, Kanunname-i Ticaret adıyla tercüme ettirerek
1850 yılında yürürlüğe koydu.
Ticaret-i Bahriye Kanunnamesi Kanunname-i Ticaret hazırlandığı sırada Fransız Ticaret Kanunu’nda yer alan ve deniz ticaretiyle ilgili olan ikinci kısım, düzenlenmek üzere ertelenmişti. 1863 tarihli Ticaret-i Bahriye
Kanunnamesi’nin yürürlüğe girmesine karar verildi ve Kanunname-i Ticaret’in deniz ticareti ile ilgili eksikliği tamamlandı.
Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi Dava açılması, dilekçe verilmesi, tarafların mahkemeye celbi, ticari yargılamanın aleniliği, davanın
görülmesi, karar, gıyabî yargılama, karara itiraz, üçüncü şahısların hükme itirazı, istinaf ve yargılamanın iadesi ile ilgili hükümler Usul-i Muhakeme-i Ticaret Nizamnamesi’nde yer almaktaydı.
Memur suçlarına ait yeni bir idare kanunu hazırlandı. Rüşvet çok ağır bir suç olarak tanımlandı.
Birçok devlet memuru ve paşa rüşvet suçundan ceza aldı. Askerlik yaşı yirmi olarak kabul edildi. Her aileden yalnızca bir kişinin askere alınacağı ve tek çocuklu aileden asker alınmayacağı ilkesi kanun hâline getirildi. Hristiyanların askere alınmaması hükmü kısa sürede kaldırıldı ve alınacağı hükmü kabul edildi. İdari alanda da yenilik yapılarak devlet eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar ise köyleri de içine alan nahiyelere bölündü. Bazı eyalet
ve sancaklarda yerel meclisler kuruldu. Bu meclislerde Müslüman ve Hristiyan halk, nüfusları
oranında temsil edildi.

4.5. OSMANLI DEVLETİ’NDE DARBELER

Sultan Abdülaziz’in Darbe ile Tahttan İndirilmesi
1871’den sonra devlet adamları arasında Abdülaziz aleyhtarları çoğaldı. Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Adalet Nâzırı Mithat Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi’den oluşan dörtlü, Sultan Abdülaziz’e karşı ittifak yaptı. Bunlardan özellikle Hüseyin Avni Paşa, Sultan Abdülaziz’e karşı intikam hırsıyla doluydu. Isparta’ya sürülmesinin intikamını almak istiyordu. Sultan Abdülaziz’e bağlı komutanları İstanbul’dan uzaklaştırdı. Padişahın tahttan indirilmesi ile ilgili planını
diğer komutanlara ve hükûmet üyelerine kabul ettirdi. Ordunun yönetimi elinde olduğu için, 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz’in bulunduğu Dolmabahçe Sarayı’nı karadan ve denizden kuşattı. Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat Osmanlı Devleti tahtına çıkarıldı.
31 Mart Darbesi

II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a dönerek “Serbestî” gazetesinin başına geçen Hasan Fehmi, yazılarında İttihat ve Terakki’yi sert bir dille eleştirdi. İttihatçılar, Hasan Fehmi’yi susturmak için gazeteye tehdit mektupları gönderdiler. Hasan Fehmi bütün korkutmalara ve tehditlere rağmen İttihat ve Terakki’yi sert bir dille eleştirmeye devam etti. Hasan Fehmi, 6 Nisan 1909 akşamı Galata Köprüsü üzerinde vurulunca cinayeti işleyenlerin ittihatçılar olduğu düşünüldü. İkdam Gazetesi Başyazarı Ali Kemal Bey’in Mülkiye Mektebi’nde Hasan Fehmi cinayetiyle ilgili yaptığı konuşma öğrencileri galeyana getirdi. Öğrenciler bağırıp çağırarak Bâbıâli’ye yürüdüler. Cenazenin kaldırılacağı gün büyük bir kalabalık vardı. On binlerce kişi cenazedeydi. Bütün bu olayların sonucunda “31 Mart Vakası” meydana geldi. 31 Mart Vakası,
esas itibariyle siyasî ve askerî bir isyandır. Selanik’ten İstanbul’a Meşrutiyet’in muhafızı olarak getirilmiş olan avcı taburu erleri, subaylarını hapsederek 12/13 Nisan gecesi ayaklandılar. İsyan eden askerler Sultanahmet Meydanı’nda toplandılar.
Sayıları üç bini bulan asiler Mebusan Meclisi önüne gelerek şu isteklerde bulundular:
• Şeriat hükümleri kesin olarak yürütülmeli.
• Bu hareketlerinden dolayı sorumlu tutulamayacakları üzerine kendilerine mühürlü senet
verilmeli.
• Harbiye Nazırı Rıza Paşa ile Mebuslar Meclisi Başkanı Ahmet Rıza görevden alınmalı.
• Mevcut üst rütbeli subaylar görevden alınmalı.
• Şeriat yolunda yapılan her ayaklanma toplar atılmak sureti ile kutlanmalı

31 Mart Olayı Sultan II. Abdülhamit Dönemi’nin kapanmasına neden oldu.

Bâbıâli Baskını

İttihatçılar hükûmetin icraatlarını beğenmediklerini padişaha bildirerek hükûmet değişikliğini istediler fakat olumsuz cevap aldılar. Enver Bey ve Talat Bey başta olmak üzere İttihat ve Terakki ileri gelenleri aralarında gizli toplantılar yaparak gidişata müdahale etmeye karar verdiler. Buna göre Bâbıâli’ye bir baskın düzenlenip Kâmil Paşa Hükûmeti düşürülecekti.
23 Ocak 1913’te Enver Bey’in başında olduğu bir grup Bâbıâli’deki hükûmet merkezine doğru harekete geçti. Yanında İttihat ve Terakki’nin militan kadrosu yaya olarak yürüyor, grup “Yaşasın Enver Bey, yaşasın millet” diye bağırarak ilerliyordu. Enver Bey ve arkadaşları hiçbir zorluk çekmeden Bâbıâli’ye girmeyi başardı. Baskın başarılı olup sadece birkaç
kişinin gösterdiği direniş de kırılınca Talat Bey ve Enver Bey, Sadrazam Kâmil Paşa’nın odasına girdiler. Kâmil Paşa’dan istifa etmesini istediler. Paşa, harp hâlinde olunması sebebiyle mevcut zorluklardan ve devletin maruz kalacağı tehlikelerden söz ederek nasihatte bulunmaya çalıştı
fakat Talat Bey sert bir sesle “İstifa, istifa” diye bağırarak Kâmil Paşa’ya başka alternatifinin olmadığını hatırlattı. Talat ve Enver Beylerin ikazı üzerine Kâmil Paşa, ahali ve askerlerden gelen teklif üzerine istifa ettiğini bildirdi.

Bâbıâli Baskını, Talat Paşa’nın, Enver Paşa’nın, Ömer Naci’nin ve diğer ittihatçılar kendi cemiyetlerini iktidara getirmek istedikleri için yapıldı ve Kâmil Paşa Hükûmeti devrildi.
Bâbıâli Baskını siyasi tarihimizin hükûmet darbelerinden biri olarak tarih sahnesine geçti.
1912’ye kadar iktidarı denetleyen bir güç olan İttihat ve Terakki, Bâbıâli Baskını ile tek başına iktidar olmuş ve fiilen tek parti hâlini almıştı.

5. ÜNİTE SERMAYE VE EMEK

5.1. KLASİK ÜRETİM VE ENDÜSTRİYEL ÜRETİM

Sanayi İnkılabı Öncesindeki Üretim Organizasyonları

Sanayi İnkılabı öncesindeki üretim organizasyonları; kölelik düzeni, feodal düzen, atölye tipi üretim ve sonrasında manifaktür (imalat) dönem olmak üzere dörde ayrılır.

İnsanlık tarihinin bilinen ilk toplum yapısı köleci toplum düzenidir. Bu düzen, tarih boyunca dünya üzerinde birçok toplumda görülmüş bir düzendir. Üretimin canlanması ile beraber ortaya çıkan birikim, değişimi, değişim de para kavramını ortaya çıkarmıştır. Paranın evrensel bir değişim aracı olarak kullanılmaya başlanması, çeşitli ürünleri alıp satan, ticaret ile uğraşan toplumsal kesimi ortaya çıkarmıştır.

Orta Çağ’da ise feodal sistem üzerine kurulu bir toplum düzeni ve üretim yapısı mevcuttu. Bu çağda feodal toplum yapısı içerisinde zirai alanlarda serflik düzeni ve kentsel alanlarda zanaata ve ticarete dönük lonca düzeni kuruluydu. Kentsel alanlarda statü düzenini içeren loncalar, aynı meslek veya zanaat dalında çalışan ustaların kurdukları ve egemen oldukları örgütlerdi. Feodal düzende sınırlı bir tüketim olduğundan ekonomide bir durgunluk söz konusuydu.

Atölye tipi üretim, Sanayi İnkılabı öncesinin temel bir çalışma biçimi olarak ortaya çıkmıştı. Bu üretim organizasyonunda, çalışma ve yaşam alanları birbirinden ayrılmamış ve çalışma zamanı da kesin sınırlar ile belirlenmemişti. Atölye tipi üretimde, belirli bir zanaat çerçevesinde yeterli bir beceriye ulaşmak için uzmanlaşmak söz konusuydu. Çalışanlar genel olarak usta kalfa ve çırak şeklinde sınıflandırılmıştı.

Manifaktür, XVI. yüzyıl ile XIX. yüzyıl arasında fabrika sistemine doğru geçişi ifade eden kapitalist bir üretim tarzıdır. Manifaktür, Latince “manu factum’’ kelimelerinin birleşiminden el ile yapılan üretimi ifade etmektedir. İngilizce’de “makine kullanılarak büyük sayıda ve miktarda mal üretim süreci” olarak tanımlanan manifaktürün Latince ve İngilizce anlamları karşılaştırıldığında ortaya çıkan bu farklılık, kavramın zaman içerisindeki değişimini göstermektedir. Manifaktür, makineli sanayi ile zanaat üretimi arasında bir köprü görevi görerek fabrika sistemine geçiş için gerekli koşulları hazırlamıştır.

Endüstriyel Üretime Geçiş

Sanayi İnkılabı’nın ilk dönemlerinde dünyada bugünkü anlamıyla motor gücü ve elektriğe dayanan bir sanayileşme yoktu. Genellikle insan, hayvan, su ve rüzgâr gücüyle çalışan küçük tesisler ve atölyeler vardı. Özel sektör de diyebileceğimiz toplumsal kesim esnaf ve zanaatkârlardı. Esnaf ve zanaatkârlar faaliyetlerini lonca sistemine bağlı olarak yürütüyorlardı.

Sanayi İnkılabı’yla insan ve hayvan gücüne dayalı üretim tarzından, makine gücünün hâkim olduğu üretim tarzına geçilmiştir. Bu tarz üretim, tekstil sektöründen başlayarak diğer sektörlere de yayılmıştır. Yeni üretim tarzıyla birlikte üretim şekli değişmiş ve üretim miktarı artmıştı.

Tarıma ve zanaata dayalı üretimden sanayi-makine üretiminin egemen olduğu endüstriyel üretime geçiş XVIII. yüzyılda İngiltere’de ortaya çıktı. İngiltere’de 1760 yılında James Watt “buhar makinesini” icat etti. Böylece sanayide insan gücü yerine makine kullanımı yaygınlaştı.

Sanayide kullanılmak üzere işlenmemiş veya yarı işlenmiş hâlde bulunan maddelere ham madde adı verilir. Üretimin temel kaynağı olan ham madde ekonominin de temelini oluşturur.

Ham maddenin fabrikalarda işlenmesiyle ürünlerin sayısında ve çeşitliliğinde artışlar yaşandı. Sonuç olarak işlenmiş malların satımı için pazar arayışlarına girildi. Böylece küresel ticaret, dünya tarihinde hiç olmadığı kadar arttı.

Adam Smith

(Edinburg) yakınlarındaki Fife Kontluğu’na (Fayf) bağlı Kirkcaldy (Körkıldi) kasabasında 1723’te doğdu. Babası öldüğü yıl dünyaya gelen Adam Smith annesi Margaret Douglas (Margırıt Daglıs) tarafından yetiştirildi. On dört yaşında Glasgow Üniversitesine girdi. Adam Smith, hocası Hutcheson’dan (Haçesın) düşünsel yönden etkilendi. On yedi yaşında Oxford Üniversitesi’ne giren Smith, burada hayatının altı yılını geçirdi. 1751 yılında Glasgow Üniversitesi’nde mantık kürsüsünde göreve başladı. 1758’de dekanlığa terfi etti. 1764’te Fransa’ya giden Smith 1766’da Kirkcaldy’ye döndü. 1773’te Londra’ya taşındı. British Museum’da (Britiş Musium) araştırma yaptı. 1776’da meşhur eseri Milletlerin Zenginliği’ni tamamladı. Hayatının son üç yılını gümrük müdürü olarak geçiren Adam Smith, yakın iki arkadaşına ölümünden sonra kendisine ait yayımlanmamış tüm makalelerini yakmaları için talimat vermişti. 17 Temmuz 1790 tarihinde ölen Adam Smith’in vasiyeti yerine getirildi ve on altı cilt el yazması ile yayımlanmamış makaleleri yakıldı. Adam Smith’in en önemli eserleri: Ahlaki Duygular Kuramı, Ulusların Zenginliği’nin Doğası ve Sebeplerine Dair Bir İnceleme ve Astronomi Tarihi

5.2. OSMANLI DEVLETİ’NDE ENDÜSTRİYEL ÜRETİME GEÇİŞ

Osmanlı Devleti’nde sanayi üretimi devlet kontrolündeki loncalar aracılığıyla yürütülmekteydi. Lonca sistemi kapalı bir sistem olduğundan Osmanlı Devleti bu sistemin iç işleyişine fazla müdahale etmedi.

III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde sanayileşme teşebbüslerinin özünde devlet ve toplum hayatında özellikle askerî alanda başlatılan yenileşme (Nizam-ı Cedit) hareketi ön plandaydı. Bu dönemde kılık-kıyafet ve top-tüfek imalatına dair bir tür ithal ikameci sanayileşme vardı fakat bu politikalar Avrupa’daki gibi bir kaynağa ve birbirini tamamlayan tedarik zincirine sahip değildi. Bu yüzden sanayileşme hamleleri başarıya ulaşamadı. 1830’a kadar gerçekleşen bu hamlelerle birlikte kâğıt, çuha, deri, kundura ve iplik fabrikaları kuruldu.

Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılda gelişen Batılı sanayi devletleri karşısında endüstriyel üretime geçiş için bir dizi ekonomik tedbir aldı. 1840’lı yılların ortalarında devlet bu amaç doğrultusunda yeni ekonomik hamlelere girişti. 1840-1860 arası dönemde devletçilik politikası öne çıktı. Bu politika doğrultusunda Batı tarzında fabrikalar ve imalathaneler kurdu. Diğer yandan mevcut fabrikaların modernize edilmesi yoluna gitti. Devletin amacı, bu teşebbüsler ile Avrupa devletlerinin Osmanlı pazarlarını ele geçirmesini önlemekti.

Osmanlı Devleti’nde Sanayiyi Güçlendirmeye Yönelik Tedbirler

Şirketleşme Hareketleri: Küçük ölçekli esnafların üretim tarzı ile Sanayi Devrimi’nin yakalanamayacağını ve bu yolla daha fazla ekonomik gelişmenin sağlanamayacağını anlayan yöneticiler, Tanzimat’tan hemen sonra şirketleşme yolunda önemli hukuki düzenlemeler yaptılar. Bu doğrultuda Ticaret Bakanlığı ve ticaret mahkemeleri kuruldu ve Ticaret Kanunu hazırlandı. 1850’de ilk adım olarak Boğaziçi vapur seferlerini yürütmek üzere Cevdet Paşa ile Fuat Paşa’nın öncülüğünde önce Şirket-i Hayriye ardından da yerli ve yabancı pek çok şirket kuruldu. 1849’dan 1910’a kadar toplam 95 şirket kuruldu. Bu şirketlerden 31’i maden, kamu hizmetleri ve sanayi; 28’i ulaştırma; 17’si bankacılık ve sigortacılık; 12’si de ticaret alanlarında faaliyet gösteriyordu.

Sergi-i Umumi-i Osmanî’nin Açılması: 1863’te İstanbul Sultanahmet’te tarım ve sanayi ürünlerinin tanıtıldığı ilk sergi açıldı. Bu tarihten itibaren çeşitli ürünlerin tanıtıldığı bir dizi sergi düzenlendi.

Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun Kurulması: Tanzimat’la birlikte Ahilik, lonca ve gedik gibi geleneksel müesseseler işlevsel olmaktan çıkınca Tanzimat Dönemi’nde Islah-ı Sanayi Komisyonu kuruldu. 1864’te kurulan bu komisyon, bugünkü ticaret ve sanayi odalarının ilk şekliydi. Komisyonun görevleri şunlardı: %5 olan gümrük vergisini attırmak, sergiler açarak sanayiyi teşvik etmek, esnaf şirketleri oluşturmak ve sanayi okulları açmaktı.

Demir Yolu Projelerinin Hayata Geçirilmesi: Sanayi İnkılabı kaçınılmaz olarak deniz yolu ve demir yolu ağlarının gelişimini hızlandırdı. 1856’da Anadolu’da ilk demir yolu hattı İzmir-Aydın ve İzmir-Turgutlu (Manisa) arasında açıldı. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti diğer vilayetler arasında ulaşımı ve ticareti sağlayan demir yolları inşa etti. 1900-1908 yılları arasında Şam-Medine arasında inşa edilen Hicaz Demir Yolu bunların en önemlilerinden birisidir.

Sanayi Mekteplerinin Açılması: Sanayi kuruluşlarına nitelikli işçi yetiştirmek üzere 1864’ten itibaren İstanbul ve diğer bölgelerde erkekler ve kızlar için ayrı ayrı pek çok sanayi mektebi kuruldu.

Esnaf Şirketlerinin Kurulması: Sanayi komisyonunun Batı sermayesi karşısında rekabet gücünü arttırmak amacıyla esnaf şirketleri kuruldu. Dağınık vaziyette faaliyet gösteren esnafı bir araya getirmek suretiyle daha büyük ölçekli esnaf şirketlerinin kurulmasını sağlamak amaçlanmıştı. Bu proje kapsamında Simkeşler Şirketi, Debbağlar Şirketi, Saraçlar Şirketi, Kumaşçılar Şirketi, Dökümcüler Şirketi ve Demirciler Şirketi gibi birçok şirket açıldı.

XVIII ve XIX. yüzyıllarda Osmanlı Devleti endüstriyel üretime geçişte birtakım zorluklarla karşılaştı. Bunlar;

  • Rusya ve Avusturya ile yapılan uzun süreli savaşların getirdiği mali sıkıntılar,
  • III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde başlatılan ıslahatlara ulemanın ve Yeniçeri Ocağının karşı çıkması,
  • Devlet sınırları içerisinde meydana gelen isyanlar (Balkanlar, Anadolu ve Mısır isyanları),
  • Şark Meselesi kapsamında Avrupalı devletlerinin Osmanlı Devleti’ni parçalama teşebbüsler.

1838’de imzalanan Balta Limanı Ticaret Antlaşması da devletin sanayileşme hamlelerini olumsuz etkileyen önemli bir faktördür. Rus tehlikesine karşı Osmanlı Devleti, İngiltere’den yardım almak için 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması’nı (Balta Limanı Ticaret Antlaşması) Balta Limanı Sahil Sarayı’nda imzaladı .

1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’na göre;

  • Tekel sistemi kaldırıldı. İngilizlere diledikleri miktarda ham maddeyi satın alma imkânı verildi.
  • İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra İngilizlerin de katılması öngörüldü.
  • İngilizlerle olan transit ticaretten alınan vergi kaldırıldı.
  • İngiliz vatandaşları, Osmanlı ürünlerini, Osmanlı tebaasından tacirlerle aynı vergi koşulları altında satın alma hakkına sahip oldular.

Bu antlaşma hükümlerinin Osmanlı Devleti’nin bütününde (Mısır dâhil) geçerli olacağı kabul edildi.

1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla birlikte

  • Osmanlı pazarları büyük oranda yabancıların denetimine geçti.
  • Avrupa ile rekabet edemeyen Osmanlı esnafı yavaş yavaş faaliyetlerini durdurmak mecburiyetinde kaldı.
  • Osmanlı ham maddeleri daha fazla ücret teklif eden Avrupalı tüccarlara satıldığından bu ham maddelerin fiyatlarında büyük artışlar gözlendi. Bu yüzden esnaf ham madde bulmakta sıkıntı çekti hatta bazı ham maddeleri hiç tedarik edemedi.
  • 1850’de yapılan değişiklik ile gümrük gelirlerinin düşmesinden ve Kırım Savaşı’nın getirdiği maliyetten dolayı devlet iç ve dış borçlanmaya gitti.

Osmanlı’da Dış Borçlar Sorunu

1853 yılında başlayan Kırım Savaşı devam ederken 1854’te Osmanlı Devleti, Avrupa mali piyasalarında uzun vadeli tahviller (senet) satmaya başladı.

1854’te beş milyon İngiliz sterlini talep edilmesine rağmen üç milyon İngiliz sterlini borç alınabildi.

1858 yılındaki beş milyon sterlinlik borçlanma ile birlikte esas mali kontrol geldi. Bu borçlanmada yabancıların mali kontrol hakkını içeren hükümler yer aldı. 1870’lerde dış borç ödemelerini karşılayabilmek için yeni borçlanmalara gidildi. Borç ödemelerinde kesintiye gidilmesi kaçınılmaz hâle geldi. Sonuçta Osmanlı Devleti’nin dış borçlanması kısa sürede devletin kaldıramayacağı ağır bir yük hâline geldi.

Düyûn-ı Umûmiye İdaresinin Kuruluşu

1854-1874 yılları arasında Osmanlı Devleti on beş defa borçlandı. Bu borçlanma 127 milyon Osmanlı altınıyken faiziyle birlikte ödemekle yükümlü olduğu miktar 239 milyon Osmanlı altınıydı. 1875 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti artık Batılı devletlerden ve bankerlerden borç alamayacak duruma geldi. “93 Harbi” olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Devleti çok ağır bir yenilgiye uğradı. Bu sonuçla birlikte devlet ekonomisinde dış borç ödemelerinde sıkıntılar ortaya çıktı. Vadesi gelen ödemeler yapılamadı. Bunun yerine 17 milyon liralık kâğıt para bastırılarak hazine rahatlatılmaya çalışıldı.

1878 Berlin Konferansı’nda ele alınan konulardan biri Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını ödemesiydi. 1879’da bir araya gelen taraflar anlaşma kararı aldı. Alınan borçlanma kararlarına göre Rüsum-ı Sitte (altı vergi) adıyla anılan vergileri toplamak üzere Rüsum-ı Sitte İdaresi kuruldu ancak bundan istenen sonuç alınamadı ve 1881’de feshedildi.

Osmanlı Devleti, alacaklı tarafların temsilcilerini İstanbul’a çağırdı. 1881’de yapılan toplantılar bir anlaşma ile sonuçlandırıldı. Bu anlaşmada alınan kararlar hicri Muharrem ayında ilan edildiğinden, “Muharrem Kararnamesi” adıyla anıldı. “Muharrem Kararnamesi” doğrultusunda “Düyûn-ı Umûmiye İdaresi” kuruldu.

İstanbul merkezli komisyonda İngiltere, Hollanda, Fransa, Almanya, Avusturya, İtalya ve Osmanlı Devleti’nden birer üye bulunuyordu. Meclisin her yıl hazırladığı bütçe hükümetçe onaylandı. 1882 yılında çalışmalarına başlayan meclis, kendisine bağlanan vergileri doğrudan toplamakla yetkiliydi.

Dış borçlar sorunu Millî Mücadele sonrasına kadar sürdü. 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nda dış borçlar meselesi tekrar ele alındı. Türkiye Cumhuriyeti kendi payına düşen borçları taksitlendirdi. Son taksit 1954’te Adnan Menderes Dönemi’nde ödendi.

6. ÜNİTE XIX VE XX. YÜZYILDA DEĞİŞEN GÜNDELİK HAYAT

6.1. İMPARATORLUKLARIN ULUS DEVLETLERE DÖNÜŞMELERİYLE YAŞANAN DEMOGRAFİK DEĞİŞİM

Avrupa’da Osmanlının aldığı yenilgiler ve toprak kayıpları sonucunda orada yaşayanların Osmanlı topraklarına doğru göç etmeleri Osmanlı Devleti’nin demografik yapısının değişimine neden oldu. Yaşanan göçlerle beraber kaybedilen toprak gelirlerinin de azalması Osmanlı maliyesi üzerine büyük yük getirdi. Göçmenlerin yerleştirildiği yörelerde toprak, su ve güvenlik konularında sorunlar yaşandı.

Ulus devlet anlayışı, XIX ve XX. yüzyılın meşruiyet kazanmış devlet anlayışıdır. Milliyetçiliğin ortaya çıkışı ile millî devletlerin ortaya çıkışları aynı döneme denk gelmektedir. Millî devlet anlayışı Fransa, Almanya ve İtalya gibi devletlerde görülmüş daha sonra Doğu Avrupa’ya ve dünyaya yayılmıştır. Millî devlette meşruiyetin kaynağı, din, soy veya krallık olmaktan çıkıp laik, demokratik yapı içerisinde kendini ifade etmeye başlamıştır. Vatandaşlar arasında farklı sınıfsal yapıların olmaması temel ilke olmuştur. Bu ilke ile bütün vatandaşlar eşit olarak kabul edilmişlerdir. Vatandaş kavramı genelleştirilmiş ve böylece her yurttaş ülkenin egemenliği ile direkt bağlantılı hâle getirilmeye çalışılmıştır.

Hegel, millet söylemini devlet merkezli olarak ifade etmektedir. Devlet yapısı içinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin zamanla geçerlilik kazanması da demokratik ulus devletlerin ortaya çıkmasında belirleyici olan özelliklerden birisi olmuştur.

Avrupa’da Yaşanan Değişimlerin Osmanlı Devleti’ne Etkileri

XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne Balkanlar’dan, Kafkaslardan ve Kırım’dan kitlesel göçler olmuştur. Baskı ve katliamlara maruz kalan Müslüman ve gayrimüslim halklardan insanlar Osmanlı Devleti’ne göç etmiştir. Göçler sonrasında bazı sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunları çözmek için 1857 tarihli Muhacirun Kanunnamesi yayımlanmış ve 1860-1861 yıllarında Muhacirun Komisyonu kurulmuştur.

1831-1882 yılları arasında Anadolu’daki Müslüman nüfusu ikiye katlanmıştı. Bu durumun oluşmasında 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın etkisi büyük olmuştur. Muhacirun Komisyonunun raporlarına göre Anadolu’ya aralarında Tatar ve Çerkezlerin de bulunduğu bir milyondan fazla göçmen gelmiştir.

Göçler sonucunda başta Anadolu olmak üzere Osmanlı topraklarında barınma, beslenme, sağlık ve yerleşme sorunları yaşanmıştır. Sorunların çözümü için yapılan harcamalar devlet bütçesine ağır yük olmuştur.

Değişik coğrafyalardan gelen muhacirler, çoğunlukla boş topraklar üzerine köyler kurarak yerleşmişlerdir.

6.2. MODERNLEŞMEYLE YAŞANAN DEĞİŞİM

Sanayi İnkılabı ile kırsal kesimde ve şehirlerde insan hayatı değişmeye başladı. Nüfusun artması, teknolojik gelişmelerin yaşanması şehirleşme hareketlerine hız ve yaygınlık kazandırırken büyük metropollerin ortaya çıkmasına da zemin hazırladı.

Sanayi İnkılabı’ndan sonra kentleşme ailenin biçimsel olarak küçülmesine, akrabalık ilişkilerinin göreceli olarak zayıflamasına neden oldu. Kentleşme, sanayileşme ve modernleşme, sosyal değişimi artırarak sosyal tabakalaşmayı yeniden şekillendirdi. Orta sınıfın meydana gelmesine neden oldu.

Bu gelişmeler, Avrupa ülkelerinde dinin devlet ve toplum hayatında etkisinin azalmasına ve bireyselliğin artmasına neden oldu.

Osmanlı Devleti’nde bugünkü anlamda şehirlerin doğuşu, Sanayi Devrimi’ni izleyen yıllarda teknolojinin de gelişmesi sonucunda meydana gelen büyük nüfus hareketleriyle oldu. İstanbul’a yurdun her tarafından önemli sayılabilecek göçler olunca şehre girişleri ve yerleşimi denetim altına almak için fermanlar yayınlandı. Bütün yasaklamalara rağmen İstanbul, plansız bir şekilde büyümeye devam etti.

Kamuoyu Kavramının Ortaya Çıkması

Kamuoyu kavramını İngilizler, “halkın düşüncesi” anlamında, Fransızlar ise “toplumun tavrı” anlamında kullanmışlardı. XVIII ve XIX. yüzyıllarda belirginlik kazanmaya başlayan sanayileşme, şehirleşme, demokratikleşme, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve okuryazarlık oranındaki artış çağdaş anlamda kamuoyu olgusunu da beraberinde getirdi. Avrupa’daki büyük kentler çağdaş anlamda kamuoyu olgusunun toplumsal yaşamda yer edinmesinde büyük rol oynadı.

Osmanlı Devleti’nde kamuoyunun şekillenmesi Batı ile temas ve matbaanın yaygınlaşmasıyla daha belirgin hâle geldi. Matbaanın yaygınlaşması ve Türk basınının gelişmesi, aydın sınıfının toplumda ve devlet üzerindeki etkinliğini artırdı. II. Mahmut Dönemi’nde ilk resmî gazete Takvim-i Vekayî’nin çıkarılması ve halkın devletin yaptıklarından haberdar olması Osmanlı’daki ilk kamuoyu uygulaması sayılır.

Yıl Kim Tarafından
Çıkarılmış
Gazetenin Adı Özelliği
1795  İstanbul Fransız
Büyük Elçiliği
Le Bulletin de Nouvelles İstanbul’daki ilk gazetedir.
1796  İstanbul Fransız
Büyük Elçiliği
La Gazette Française de
Constantinople
İstanbul’da yayımlandı.
1824 Fransızlar Le Smyrnien, Le Spectateaur
Oriental
İzmir’de yayımlandı
1824  Fransızlar Le Courier de Smyrne İzmir’de yayımlandı.
1831 Osmanlı Devleti  Takvim-i Vekayî İlk resmi Türkçe gazetedir
1840  William Churchill Ceride-i Havadis Yarı resmî gazetedir.

Kültür

Avrupa’da popüler kültür öncesinde toplum iki sınıfa ayrılmıştı: Kırsal kesimin oluşturduğu “halk kültürlü sınıf” ile kentlerde yaşayan, soylular, ruhban sınıfının ve tüccarların oluşturduğu “yüksek kültürlü sınıf”tı.

Batı tarzı yaşama arzusu ve muaşeret kurallarının değişimi, ilk olarak azınlıklarda görüldü ve Osmanlı yönetici katmanlarından başlayarak halka doğru yayıldı. Tanzimat’tan önce “Avrupa modası” özellikle de “Fransız modası” İstanbul’da hayatın her alanında kendini hissettirmiştir. Osmanlı elitindeki bu değişim, zamanla Batı tarzı bir yaşamı da beraberinde getirmiştir .

Modern Birey ve Toplumun Zaman Anlayışı

Sanayi Devrimi’ni takip eden dönemlerde karşımıza çıkan bir diğer kavram ise iş zamanı ve boş zaman kavramıdır. İş zamanı, amaçlı bir dizi faaliyeti ve bunun için geçirilen süreyi kapsar. Boş zaman; işten artan, bağlayıcılık ve zorunluluktan uzak bir zaman olarak tanımlanır. Kişinin özgür iradesiyle kullanacağı bir zaman dilimidir.

Gelişmiş ve hatta gelişmekte olan ülkelerde gözlenen en büyük değişikliklerden biri boş zamanlardaki kayda değer artıştır. Boş zamanın artışı, etkinlik yarışına giren sektörlerde canlanmaya neden olmaktadır. Örneğin moda, turizm, spor, oyun, hobiler, tüketim, dinlenme ve eğlenceye dayalı endüstriyel alanlardaki faaliyetler boş zaman endüstrisini oluşturdu.

Avrupa ve Osmanlı Şehirlerinde Yaşanan Değişim

Sanayi Devrimi sonrasında oluşan sanayi toplumu, aynı zamanda modern ve kentleşmiş bir toplumdur. Şehirler, modernliğin, bilimin, uygarlığın ve ilerlemenin kaleleri olarak öne çıkar.

Şehirler sadece sağladıkları iş imkânları ile değil sundukları hizmetlerle de çekim merkezî hâline gelmiştir. Bütün bu gelişmeler beraberinde birtakım sıkıntılar da getirmiştir. Konut sıkıntısı, hava ve su kirliliği, artık maddeler, işçi mahallelerinin içinde bulunduğu kötü koşullar kentin ciddi sorunları olarak ortaya çıkmıştır.

Osmanlı Devleti’nde modern anlamda şehirlerin kuruluşu Avrupa’dan farklılık gösterir. Sanayileşme ve teknolojik gelişmenin geç başlaması bu farklılığın en büyük sebebidir.

Avrupa’ya özenen Osmanlı eliti, yangınların kasıp kavurduğu, bakımsız İstanbul’a yeni bir çehre kazandırmak istiyordu. Yeniden örgütlenen şehir yönetimi “Avrupa usullerini” benimseyerek Avrupa’dan getirttiği uzmanlara büyük projeler hazırlattı.

Mürur tezkiresi, Osmanlı Devleti içinde seyahat edenleri kontrol altında tutmak ve İstanbul’a gitmek ve yerleşmek için alınan izin ve geçiş belgesidir yani bir nevi iç pasaporttur.

2 thoughts on “TARİH 6 (TARİH 11 – 4,5,6. ÜNİTELER) DERS ÖZETİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir