AÖL Tarih 1
Ders Özetleri, Tarih

AÖL TARİH 1 DERS KİTABI NOTLARI ÖZETİ

1.ÜNİTE DÜNDE KALANI ÖĞRETEN BİLİM, TARİH

1.1 TARİH VE ZAMAN

a) Geçmişi, Bizim İçin Günümüze Taşıyan Tarih Bilimi

Tarih, geçmişteki insan topluluklarının yaşayışlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini, kültür ve uygarlıklarını yer zaman göstererek, belgelere dayanarak, tarafsız şekilde neden-sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bilimdir. Pozitif bilimlerin özelliğinin
başında deneysellik gelir. Tarihsel olaylar, her zaman deneysel bilimlerin laboratuvar verileri gibi aynı sonuca ulaşmazlar. Tarihsel olayların tekrarı yoktur. Fakat bu, tarih bilimini tamamıyla pozitif bilimlerin dışına itelemez. Zira tarihçi ve pozitif
bilimciler aradıkları cevapları bulmak amacı ile ortak bilimlerden yararlanmak konusunda birleşmişlerdir. Bir tarihçi için coğrafya, jeoloji, sosyoloji, arkeoloji, epigrafi, antropoloji ve etnoloji gibi bilimler başlıca işbirliği alanıdır ancak tarihçi doğru ve bilimsel sonuçlara ulaşabilmek amacıyla, sürekli diğer sosyal ve fen bilim alanlarındaki çalışmalara duyarlı olmalıdır.

b) Tarihe Yardım Eden Bilimler

Bilim Dalının Adı Tarihe Nasıl Yardım Eder
Kronoloji Geçmişten günümüze meydana gelen olay ve olguların zamanını tespit ederek sıralar.
Coğrafya Olayın geçtiği yerin fiziki ve beşerî özelliklerini açıklar.
Jeopolitik İnsanların zekâsı ve yetenekleri ile coğrafi mekânın rolünü ortak bir sistematik içinde inceleyerek tarih bilimini destekler.
Diplomasi Toplumlar arası her türlü siyasal ilişkiler, savaşlar ve nedenleri antlaşma metinleri, fermanlar ve beratlar üzerinde çalışarak sonuçlarını kullanıma sunar.
Arkeoloji Toprağın ve suyun altında kalmış olan eski yaşantıların bıraktığı maddi belgeleri bulur ve özelliklerini belgeleyerek katkı verir. Kazı bilimidir.
Heraldik Resmî belgelerdeki mühür, arma ve özel işaretlerle ilgilenir verilerini tarih bilimine sunar.
Etnografya Toplumların örf, âdet, gelenek ve yaşayışlarını inceler.
Antropoloji İnsan bilimi. İnsan ırkları ile ilgili çalışmalar yapar.
Paleografya Eski yazıları, alfabelerin okunmalarını sağlar.
Filoloji Dillerin tarihini, gelişimini, değişimini ve diller arası ilişkileri inceler.
Epigrafi Taş, mermer, metal, ahşap gibi sert cisimler üzerine yazılan yazıları okur ve inceler. Yazıt bilimidir.
Nümizmatik Sikke bilimi. Eski paralarla ilgili bilim dalıdır.
Papiroloji Kâğıtların türlerini tanıyarak belgelerin zamanını ortaya çıkarır.
Metroloji Ölçü tartı bilimi. Ölçü ve tartıların geçmişte ve günümüzdekilerle kıyaslamasını sağlar.
Ad bilimleri Onomastik yer adları, Hidronomi akarsu, göl ve su adları, Adroponomi kişi adları ile ilgilenerek tarih bilimine yardım eder.
Mitoloji Söylenen ve duyulan daha ziyade inanç içerikli anlatımları din kavramı içinde inceler.
Arkeometre Fen ve sosyal bilimlerin iş birliği yaptığı önemli bir bilim dalıdır. Radyokarbon (C-14) ve Dentrokronoloji gibi tarihsel eşyaların yaşını saptayarak tarih yardımcı olur. Son yıllarda
DNA mühendisliği, Tıp, Biyoloji, Kimya ve Nükleer Fizik gibi bilimler de etkin çalışmalar yapmaktadır.
Toponomi Yerleşme yerlerinin doğal yapısı ile ilgilenir.

2) Tarih Öğrenmenin Çok Yönlü Yararları

Tarih toplumun hafızasıdır. İnsanlığın nereden, nereye, nasıl gittiğini görmesini sağlar. Geçmişten alınan deneyimler, yardımıyla geleceğe güvenli ve doğru ulaşmanın yollarını gösterir. Tarih, okuyucularına mensubu olduğu
toplumun yapısal özelliklerini ve milletinin, ona, farklılık ve teklik kazandıran niteliklerini, değerlerini öğretir. Mutlu eder, kıvanç duygusu yaratır ya da ortak üzüntülere yol açar. Tarihçi geçmişe ait bir bilgiyi, gerçeği anlamak için kullanır. Belgeler yoruma muhtaçtır ve olayın yaşandığı çağın ve toplumun ruhunu taşımaktadır. O hâlde tarih çalışmalarında doğru ve tarafsız sonuçlara ulaşmak için tarihî olay ya da olgular, bugünün bakış açısı ve değer yargısı ile değil devrinin anlayışı ve sağlam kaynaklarına bağlı olarak değerlendirilmelidir.

3) Zamanı Anlamlandırma

İnsanlar günlük yaşamlarını kolaylaştırmak gayesi ile zamanı bölümlere ayırmışlardır. Gün, ay, hafta, yıl gibi zamanı belirli dönemlere bölen günümüz zaman bilgi ve uygulamalarına bir anda ulaşılmamıştır. Birçok toplumun katkı verdiği yaklaşık 6000 yıllık bir serüvenin son hâlidir. Tüm takvimlerin ortak noktası, güneş yılı ya da ay yılını esas almalarıdır. Güneş yılında bir yıl, 365 gün 6 saat, ay yılında ise bir yıl 354 gündür. Takvimlerin başlangıç noktaları da her takvimde farklıdır. İbraniler MÖ 3761’deki Yaradılış (Tekvin) yılını, Yunanlar ilk olimpiyat oyunlarının yapıldığı MÖ 776’yı, Hristiyanlar Hz. İsa’nın doğumu olan sıfırı, Müslümanlar MS 622’de Hz. Muhammed’in Mekke’den Mekke’ye göçünü takvimlerine başlangıç olarak kabul etmişlerdir.

2 Hayvanlı Türk takvimi, güneş yılı esasına göre düzenlenmiş olan Türklerin kullandığı ilk takvimdir. On iki yılda bir devir yapan bu takvimde, yıllar hayvan adları ile tanımlanır. Bu takvimde kullanılan hayvan isimleri ise şunlardır: Sıçgan (sıçan), ud (öküz),bars (pars), tavışgan(tavşan), lu(ejder), yılan, yund(kısrak), kon(koyun), biçin(maymun), takıgu(tavuk), İt(köpek), tonguz(domuz). Hangi tarihten beri kullanıldığı bilinmemekle beraber bu takvimi Göktürklerin ve Uygurların kullandığı bilinmektedir.

Hicri takvim, Türklerin İslamiyet’i kabul ettikten sonra kullandığı takvimdir. Bu takvimde, Hz. Muhammed’in göç ettiği yıl (622), başlangıç kabul edilmiştir. Hz. Ömer Döneminde oluşturulan Hicri takvim ay yılını esas almıştır. Bu takvime
göre bir yıl 354 gün 8 saat 48 dakikadır. Bir ay yılı güneş yılından yaklaşık 11 gün eksiktir.

Celali takvimi, Büyük Selçuklu Sultanı Celaleddin Melikşah (1072-1092)’ın emriyle Ömer Hayyam başkanlığında kurulan bir astronomi heyetince hazırlanmıştır. Başlangıç olarak 15 Mart 1079 tarihi kabul edilmiş ve güneş yılı esasına göre düzenlenmiştir.

İlhanlı takvimi, Hindistan’da kurulmuş olan Türk devletleri ile İlhanlı hükümdarı Gazan Han zamanında Celali takvimi üzerinde bazı değişiklikler yapılarak yeni bir takvim daha meydana getirilmiştir. 1925 yılından itibaren İran’da
millî takvim olarak kabul edilmiştir.

Rumi takvim, Osmanlı Devleti’nde mali işlerin düzenlenmesi amacıyla kullanılmıştır. Güneş yılı esasına dayanan bu takvimde bir yıl 365 gün 6 saattir. 1839’dan itibaren mart ayı, mali yılbaşı olarak kabul edilmiştir. Miladi takvimle arasında 584 yıllık fark vardır.

Miladi takvim, günümüzde dünyada en yaygın kullanılan takvimdir. Bir yıl 365 gün 6 saattir. Başlangıcı, Hz. İsa’nın doğumundan bir hafta sonrası yani 1 Ocak’tır. Kökeni Mısırlılara dayanan bu takvimi Romalılar geliştirmiş ve Papa 13. Gregorious (Gregoryen) son şeklini vermiştir. Bu nedenle “Gregoryen takvimi” de denir. Ülkemizde 1 Ocak 1926’dan itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

AÖL TARİH 1 – 1. ÜNİTE KONU TESTİ

2. ÜNİTE ANADOLU’DA İNSANLIĞIN İLK DÖNEMLERİ

1. Anadolu’da Yaşamın İlk Dönemleri

a) Anadolu’nun elverişli coğrafi yapısı ve buzul çağı sonrasında hayat

Anadolu uygarlıklarının oluşumunda volkanik dağların büyük katkıları olmuştur. Ara Taş (Mezolitik Çağ) ve Yeni Taş (Neolitik Çağ) Dönemlerinde, volkanik dağlarda (Hasan Dağı, Nemrut Dağı, Süphan Dağı, Melendiz Dağları ve Bingöl Dağları ) bulunan obsidyen, delici ve kesici alet (bız, iğne, çakı, ok ucu, mızrak ucu) olarak kullanılmıştır. Anadolu üzerinde 12000’den fazla bitki türü barındırır. Bu zenginlik hayvan türlerine de doğrudan etkide bulunmuştur. Maden
açısından da bolluğa sahiptir.

Günümüzden 60000- 15000 yıl önce buzul çağına rastlayan dönemde (Paleolitik Çağ) Anadolu’da insanlar, mağaralarda ve kaya sığınaklarında barınıyor, yabani bitki ve meyveleri toplayarak, yabani hayvanları avlayarak hayatlarını sürdürüyorlardı. Yontma taş aletler, kemik, boynuz ve ahşap aletler kullanıyorlardı. Örneğin Yarımburgaz ve Karain, Dülük ve Altındere Mağaraları, bu döneme ait yerleşim merkezleridir.

Anadolu’da yaklaşık 10.000-11.000 yıl önce, buzul çağının sona ermesine paralel olarak iklim değerleri günümüzdeki koşullarına ulaştı. Anadolu tarih öncesi Ara Taş Çağı’na (Mezolitik Çağ) girdi. Topraklar tarıma elverişli hâle geldi. İnsanlar da avcı ve toplayıcı geleneklerini sürdürdükleri küçük köylerinde, tarım ve hayvancılığa başladılar. Kullandıkları aletleri küçülttüler (Bu yeni küçük aletlere minitaş anlamında mikrolit adı verildi.)

Yeni Taş (Neolitik Çağ) olarak adlandırılan bu dönemde insanlar, ziraat ve hayvancılığa geçmelerine rağmen, eşyalarını hâlâ taştan yapmaktaydılar: Çanak çömlek yapmasını bilmediklerinden yemek tabaklarını, kadın süs eşyası bilezik, gerdanlık ve küpelerini, av silahlarını taştan yapmaktaydılar. Bu dönemin önemli bir yerleşim merkezi olan Çayönü sakinleri MÖ 7250-6750 yılları arasında, küçük bir dere yatağı kenarında kurdukları köylerinde, değişik mimari planlarıyla dikkat çeken, taş temeller üzerinde kerpiçten konutlarda yaşıyordu. Bu insanlar, dünyada ilk kez Ergani’de, bakır madeni sayesinde, madenle tanıştılar. Tanışma ilk etkilerini küpe ve yüzüklerde gösterdi ki bu sonuç aynı zamanda kadınlara önem verildiğini de ortaya koymaktadır.

Ortalama ömürleri 26-30 yıl olan Çatalhöyüklülerin nüfusları yaklaşık 8.000’dir. Bu nedenle Çatalhöyük’ü birçok araştırmacı, dünyanın ilk caddesiz kenti olarak değerlendirir.

Anadolu’nun tarih öncesi avcı toplayıcı toplumu, MÖ 12.000’lerde bugün Şanlıurfa’nın kuzeydoğusunda Göbeklitepe’de, sürekli yaşamadıkları, ancak yaklaşık 200 km. çapındaki alanda yaşayanların toplanma merkezi olarak kullanıldığı        -düşünülen- bir anıtsal yapı inşa etmişlerdir. Göbeklitepe’nin mimarları “T” biçimli dikili taşlardan oluşan, çatısız yuvarlak 8-30 m çapında dünyanın ilk tapınaklarını inşa ettiler.

Yaklaşık MÖ 5.500’lerden sonra taş aletlerin yanında bakır madeni kullanılmaya başlanmasıyla birlikte Anadolu’da Bakırtaş anlamında Kalkolitik Çağ’a geçilmiştir.

MÖ 3.000 yıllarından itibaren insanlar bakır ile kalayı karıştırarak Tunç adı verilen yeni bir maden türü elde ettiler. Bakıra oranla tunç daha dayanıklı ve daha uzun ömürlü idi. Anadolu’da bin yıl kadar süren Tunç Çağı, MÖ 2.000 yıllarının
başında yazılı belgelerin ortaya çıkması ile sona erer. Tunç Çağı’nda, kentlerin etrafı surlarla çevrilmeye başlandı. Toplumsal sınıflar arasındaki farklılıklar netlik kazanmaya başladı. Orduların kurulması ile askerî sınıflar oluştu. Konutlarını dörtgen planlı olarak avlular etrafında sıralarken, evlerin damlarını düz olarak inşa ettiler. Megaron ev tipi şeklinde tanımlanan bu evler, Batı Anadolu, İç Anadolu ve Kuzeybatı Anadolu’da yapılmıştır.

b) Yazının İcadından Önceki Zamanların Kültür Öğeleri

Toplumun en eski kültür taşı olan mitler, ilkel insanların canlı cansız nesneleri, birtakım doğa olaylarını, açıklamak üzere yarattıkları kutsal hikâyelerdir. Mitlerin kahramanları tanrılar ve yarı tanrılardır. Mitoloji bir milletin fikir ve düşünce tarihidir. Efsaneler, oldukça eski hikâyelerdir ama mit değildirler. Onlardan sonra var edilmişlerdir. Sümerlerin Dumuzi ile İnanna Mitosu, Gılgamış Destanı, Brahma ve Yaradılış, Çin kahramanlarının efsaneleri, Nil tanrıçaları, Tüylü Yılan efsanesi, Türk Yaradılış efsanesi, Ülgen ve Erlik, mit ve efsanelerden bazı örneklerdir.

2.Yazının İcadı

a) İnsanlık tarihinde yazının yarattığı değişimler

Sümerlerde tapınak mülklerinin yöneticileri olan rahiplerinin, kıskanç efendilerine ve diğer meslektaşlarına görev dönemlerinin hesaplarını vermeleri gerekirdi. Böylece bu rahipler, gelirleri harcamaları yazılı işaretlerle kaydetmek için tüm meslektaşları ve ardılları için anlaşılabilecek, ortak bir kayıt yöntemi üzerinde uyuştular; yazıyı icat ettiler. Yaklaşık beş asır süren süreç sonunda MÖ 3.000 yıllarında, kil tabletler üzerine anlaşılabilen metinler yazılmaya başlandı. Bilinen ilk yazılı belge Uruk kentinde Eanna Tapınağı’nda keşfedilmiştir.

Siteler arası sınırların tespit edilmesi, taşınmaz malların el değiştirmesi, valilere diğer yöneticilere gönderilen vergi tespit ve uygulamalarını içeren ekonomik emirler, emirlerin takip denetimi gibi yönetsel işlemler, yazı ile belgeli kalıcı bir şekilde yürütülmeye başlandı.

Sümer kervanları yazıyı Mezopotamya’da Akad, Asur, Babil; Anadolu’da Hitit, Urartu ve İran’da Pers ülkesine yaydı. Mezopotamyalılar ticaret ilişkilerinde mukavele yapmaya başladılar.

Yazı; Mısır’da köylü üreticiler ile okuma yazma ve hesap bilenler şeklinde iki sınıfın oluşmasını sağlayarak toplumsal bir etkide de bulunmuştur.

b) Eski Çağ kadim bilimlerinin modern zamanlar bilimlerinden farklılıkları

Eski Çağ uygarlıklarında bilim, teori ve felsefeden çok gözlem, mantık ve pratik bilgilere dayalı bir sistemi ortaya koymuş; yanı sıra bilimi din veya inançlarla da ilişkilendirmiştir. Bilimle daha çok rahipler ilgilenmişlerdir. Örneğin
Mısır’da, tanrı Toth, bilimin kurucusudur. 

Bilimde Akad dilini kullanan Sümerlerde Zigguratların en tepesi, gökyüzünü gözetlemek için kullanılmış; astronomide burçları ay takvimini, çarpma bölme cetvellerini, uzunluk ağırlık hacim ölçülerini tespit etmişlerdir. Bu arada basamaklı
mabet anlamına gelen Zigguratlar, tanrıya giden yolu temsil ederdi ve kâinatın simgesiydiler.

Hindistan’da geometri, cebir ve tıp belli bir gelişim gösterirken amaç su, hava, ateş ve topraktan oluşan dünyayı algılamaktır. Çin’de ise evrene, yapısı ve düzenini ortaya çıkararak kullanabilir kanaatiyle yaklaşılmıştır. Devlet desteği ve teşvikiyle Çinli bilginler astronomide bir takvim yapmışlar, takımyıldızlarının gökteki yerini belirlemişlerdir. Kimya (o zamanki adı simya), tıp, jeoloji, coğrafya ve teknoloji alanlarındaki gelişmelere ön ayak olmuşlardır. Çin tıbbı ve ilaçları,
din maskesi ile örtülmüştü. Büyü ve tıp iç içeydi. Amaç büyü yaptırarak iyileşmekti.

Yunanlılarla bilime, felsefe ile birlikte yön ve anlam verilmiştir. Yunan bilim felsefesi, bilimden yarar gözetmeksizin salt evreni ve özünü kavramak ihtiyacı taşıyan bir düşünceye sahipti. İonya’da MÖ 6000’lerde Thales ’in çalışmaları İonya Okulu adını alarak, batı biliminin kaynağını oluşturmuştur. Çalışmalarında Mısır ve Mezopotamya biliminden de kişisel olarak yararlanmışlardır.

3. İlk Çağ’ın Medeniyet Havzaları:

a) İlk Çağ medeniyetleri tarih şeridi

Sümerler’in yazıyı bulması (MÖ 2.300)

Urgakina Yasaları’nın çıkarılması (MÖ 2.375)

Anadolu’da yazının kullanılmaya başlanması (MÖ 1.900)

Hammurabi Kanunları (MÖ 1.700)

Kadeş Savaşı (MÖ 1.296)

Kadeş Anlaşması (MÖ 1.280)

Truva Savaşları (MÖ 1.260-1.250)

Ege Göçleri (MÖ 1.230)

İlk Olimpiyatlar (M 776)

Roma’nın kurulması (MÖ 753)

Lidyalıların parayı kullanmaya başlamaları (MÖ 680)

Pers İmparatorluğu’nun kurulması (MÖ 550)

İskender İmparatorluğu’nun kurulması (MÖ 359)

Pers İmparatorluğu’nun yıkılışı (MÖ 330)

İskender İmparatorluğu’nun yıkılması (MÖ 323)

Hz. İsa’nın doğumu (MÖ 0)

Milano Fermanı (313)

Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlığın resmi din hâline gelmesi (330)

İznik Konsülü (325)

Kavimler Göçü (375)

Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması (395)

Batı Roma’nın yıkılışı (476)

b) İlk Çağ’ın önemli medeniyet havzaları

4. Coğrafya ve İklimin İnsanlığa Etkileri

İnsanın geçmişini, tabiatla mücadelesini, sosyal ilişkilerini ve inançlarını öğrenmek, geçmişten günümüze ulaşan izlerin incelenmesine bağlıdır. Yazıdan önceki dönemin aydınlatılabilmesi için en önemli unsur arkeolojik araştırmalarla
edilen araç ve gereçlerdir. Buluntulardan elde edilen bilgiler, yazıdan önceki dönemin doğru okunabilmesinde oldukça önemlidir. Günümüzden yaklaşık 2,5 milyon yıl önce dünya, buzullarla kaplı olduğu için insan yaşamına uygun değildi.
İnsana dair ilk yerleşimler günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce Anadolu’nun güney doğusunda ve Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır.

a) İlk insanların hayat tarzı ve geçim kaynakları

İnsanın hayat tarzı avcılık ve besin toplayıcılığı şeklinde başlamıştır. İnsanoğlu, besin kaynakları bulabilmek için yer değiştirmek zorunda kalmıştır.  Ateşin bulunması ile pişmiş av etinin yanında çeşitli yabani meyveler ve bitkiler de insanın yiyecek türleri arasına girmiştir. İlk insanlar, barınmak için ise küçük gruplar halinde mağara ve kaya sığınaklarını kullanmışlardır. İnsanoğlu, su kaynakları kenarındaki sıcaklık ve nem değerleri olumlu düz alanlarda kendiliğinden
yetişen yabani buğday, arpa, çavdar gibi tahılları fark edip toplayarak tüketmiştir.

Sonraki dönemlerde, belli bir mekân dairesinde yerleşik hayatın bütünleyicisi olarak hayvancılığı ek ekonomik uğraş olarak yapan ve ürettiklerini çevresindeki yerleşik toplumlara sunan bir hayat tarzı (konargöçerlik) gelişti.

b) İlk Çağ’da, zorlu yaşam mücadelesi içinde göç olayları

Yazıdan önceki tarih çağlarında, insanoğlunun dünyaya yayılma bölgesi Afrika kıtasından iklim değişikliği ve yiyecek kaynağı hayvan sürülerini takip ile kuzeye doğru başlayan ilk göçler MÖ 13.000’lerde son buldu. Hatay Üç Ağızlı Mağarası’nda bulunan delikli deniz kabukları şeklindeki süs eşyaları, bu göçün Anadolu güzergâhında, yaklaşık MÖ 27.000-43.000 yıllarında bıraktığı izlere aittir.

b.1 Deniz kavimleri (Ege) göçleri

Hitit Krallığı’nın MÖ 1.320’lerden itibaren girdiği ve içerisinde, Anadolu’dan Suriye ve Mısır’a kadar yayılma projesine dayalı, Hitit-Mısır Savaşlarını (MÖ 1295-1280) ve Kadeş Anlaşması’nın da bulunduğu parlak dönemi beklenmedik
bir süreç ile tam tersine döner. Mısır kaynaklarında “deniz kavimleri” olarak bahsedilen sürpriz gelişmelerin ilki, Yunan kıtasındaki Miken Uygarlığı sakinleri Akalar tarafından engellenemeyen Dor Kavmi’nin göç ve istilasıdır. Peleset, Tjeker, Şekeleş, Denyen ve Weşeş memleketlerinin insanlarıydı.” şeklinde tasvir edilen yıkıcı bir göç dalgası ile Dorların istilası önünde duramayan Akalar yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar. Deniz kavimleri, Filistin ve Suriye’de diğer muhalif grupları da yanlarına alıp firavunun ordularını Nil Nehri’ne döktü. Anadolu’daki Hitit İmparatorluğu ise çöktü(MÖ 1.190). Göç ve istilanın olumlu sonucu ise Yunan göçleri ile İon, Ephesos (Efes),Miletos (Milet) gibi bir dizi Yunan kentlerinin oluşmasıdır.

b.2 Filistin’den Yahudi sürgünleri

Tevrat’ta İbranilerin kökenleri MÖ 2 bin yıllarının başına kadar uzanmaktadır. MÖ 1.150 tarihlerinde Ürdün Irmağının kuzey kesimlerinde iken kendilerine bağışlandığını söyledikleri “Bal ve süt akan ülkeye “ girebilmek için Kenanîlere saldırırlar. Ancak Kenanîler ile birlikte yaşayan (Ege göçleri sürecinde Girit’ten bölgeye gelip bugünkü Filistin’e adını veren) Filistinliler, İbranileri nüfuzları altına alırlar. Mücadeleler neticesinde Hz Davut (MÖ 1000-955) Yahudileri, krallığı altında birleştirmiştir.

Asur sürgünü
Hz. Davut ölünce ülkesi kuzeyde İsrail(merkezi Samariye) ve güneyde Yahuda (merkezi Kudüs) krallıkları şeklinde ikiye ayrılmıştır. İsrail krallığı, Tevrat’a göre Asurlular tarafından işgal edilip yıkılmış; İsrail kabileleri sürgüne gönderilmiştir (MÖ 722-721). Bu sürgünle Yahudi inancında, Kayıp On Kabile efsanesi doğmuştur. Öte yandan Babillerin denetiminde olan Yahuda halkının isyanı sonucunda, Yahuda Krallığı Babil ordusu tarafından yıkılır. Halk sürgün edilir.

Roma Sürgünü
Pers Krallığı, Bâbillileri yenilgiye uğrattıktan sonra, sürgündeki İsrâiloğulları’nın Yahuda ’ya dönmelerine izin vermiştir (MÖ 538). Bu süreçte Kudüs’teki eski mâbedin yerine yeni bir mâbed inşa edilmiştir(MÖ 515). Din âlimi Ezra’nın yürüttüğü faaliyetler doğrultusunda (MÖ 444-398) Kudüs şehri ve Yahuda halkı tekrar yapılandırılmıştır. MS 70’te çıkan isyanda, Romalılar tarafından mâbed yıkılmış, en son Bar Kohba’nın liderliğindeki ayaklanma (132-135) bastırılmış, Yahudiler Kudüs’ten çıkarılmış ve geriye dönmeleri yasaklanmıştır. Yahuda bölgesinin ismi Filistin (Palaestina) şeklinde değiştirilmiştir.

b.3 Hristiyanların Roma baskısından kaçmaları

Roma İmparatorluğu’nda, Yahudilik, Paganizm ve İran kökenli Mithra inancı yaygındır. Hz. İsa, Gaile kentinde insanları hak dine çağırır. Umut verdiği bahtsız insanlar onu dinler ancak Hz. İsa Musevi din adalarının otoritesini tehdit etmiştir. Kudüs’teki Roma idaresince isyancı olarak suçlanır. Mahkûm edilir ve çarmıha gerilir. 44 yılında Yahudi ve Roma makamlarınca Kudüs’ten kovulan Havari Pierre, Antakya’ya gider. Zenginliğin ve yoksulluğun iç içe bulunduğu Roma dünyasının 3. Büyük kenti Antakya’da, Hristiyan havariliği gelişme alanı bulur.

İmparator Commodius devrinde, kiliseler koşulsuz olarak kurulu düzeni kabul ettikleri için Roma Devleti ile kilise yakınlaşması doğar. Hristiyanlık, zor durumda olan Roma İmparatorluğu için, bir anda birliği sağlayacak bir materyal hâline gelir. Katoliklik geleneği tamamlanır. Kral Konstantin monarşiyi yeniden yapılandırma çalışmalarının başarısı için Hristiyanlığın saygınlığından yararlanmayı düşünür. Yayınladığı Milano bildirisi ile 313 yılında Hristiyanlığı resmen tanır.

c İlk Çağ’ın tüccar kavimleri

Devletlerin kâh yaşam kaynağı kâh dış politik hedefi kâh askeri harekâtlarının gayesi olarak gündemden hiç düşmeyen ticaret konusunda öne çıkan devletler de bulunmaktadır.

ASURLULAR
• Ticaretle uğraşmışlardır. Kral ticaret yolunu kullanarak Anadolu’da Karum adı verilen ticaret kolonilerini kurdular.
• Kolonileri aracılığı Anadolu’ya yazı ile tanıştı.
• Başkent Ninova’da ilk kütüphaneyi kurdular.
• Arşivcilik alanında geliştiler.
• Şiddet ve savaşçılık konusundaki üstünlük ve özgünlükleri ile gösterişli ama acımasız bir yönetim sergilediler. Yıkıldıktan sonra İncil, “Ninova yok edildi, kim buna üzülür” diye yazacaktır.
• Nemrut Tapınağı’ndaki aslan heykelleri ve Kayseri Kültepe’de bulunan tabletleri ile de tanınırlar.

FENİKELİLER
• Uğraş alanları ticarettir. Giremedikleri Batı Anadolu kıyıları hariç Akdeniz kıyılarında kurdukları Kolonileri ile ülkeleri arasında kültürel etkileşim sağlamışlardır. Kartaca en ünlü Afrika kolonileridir.

• 22 harften oluşan Fenike alfabesini geliştirdiler. Alfabeleri günümüz alfabesinin temelini oluşturur. Uygarlığa, cam ve boyayı da hediye ettiler. Deniz kabukları kırmızısına boyanmış kumaşları servet değerindeydi.

LİDYALILAR
• Kara ticaretinde uzman olup, Sard’dan başlayarak Mezopotamya’ya kadar uzanan Kral Yolu, Lidyalıların eseridir.
• Takasa dayalı ekonomiden paraya dayalı bir ekonomiye geçişi temin ettiler. Ücretli askerlerden oluşan savunma sistemleri en büyük zaaflarıydı.

SOĞDLULAR
Koloni şehir devletleri kuran Soğdlular, düzenli bir ordu ve uzun süreli siyasal birlik kur(a)mamıştır.
Komşu güçlerin gevsek kontrolü altında (Pers Greklerin, Kuşanların, Hunların Heftalitlerin, Türklerin, Arapların) yaşamışlardır.(MÖ 6 – MS 12. yüzyıllar). Ekonomi politikaları barışa, el sanatlarına, tarıma ve özellikle sınır aşan ticarete
dayalıydı. Soğdca’nın yanında, Çince Türkçe ve diğer bölge dillerini bilirlerdi.

5. Siyasi Güç ve Siyasi Organizasyon Türleri

a) Siyasi organizasyonlar

1. Polis Devleti, oligarşi, tiranlık ve demokrasi

Yalnızca % 25’i ekilebilir Yunan topraklarının, cömertçe sunduğu ikisi bitkisel birisi hayvansal üç zenginlik kaynağı vardır: Üzüm, zeytin ve keçi üretimi. Ticaret kaynaklı zenginlikleri Giritlileri, tarım işçisi ve tayfa ihtiyacı için dışarıdan nüfus ithaline sevk etti. Zamanla adada çalışan ama yetkisi olmayan sömürge birlikleri oluştu.

Girit tüccarları ile tanışan ve kısa sürede adalıların üstünlüğüne hayran kalan Mora Yarımadası sakini Akalar, onların uygarlığını benimsediler. Yarımadanın Argos bölgesinde Polis adı verilen Miken (Mykenai), Tirins (Tyrinte) gibi birçok şehir kurup yeni bir uygarlık oluşturdular. Şehrin en merkezî yerine de kendilerini güvende hissedecekleri savunması kolay, içerisinde konsey, hükümet ve kamu binaları ile tapınağın bulunduğu bir yer ihtiyacından doğup şekillenmiş, Akropolis’i yaptılar.

Siyasal ve sosyal yaşamın örgütlendiği kent devletlerinde, hiçbir zaman birleşik bir Yunan Devleti kurma iradesi doğmadı. Hepsinde üç ortak kavram gelişti: özgürlük, bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik. Ekonomik ve sosyal hayatta,
köylüler ile aristokratların dışında kaynağını ticaret ve paraya borçlu zengin-girişimci tüccar bir sınıf meydana geldi. Yeni sınıfın, iktidardan adalet ile birlikte kendilerinin mecliste temsil edilmesi talebinde bulunması neticesinde, kent devletlerinde yeni siyasal rejimler şekillendi. Bunlar tiranlık ve demokrasi rejimidir. Yeni rejimlerin en iyi izlenebildiği kent devleti de Atina’dır.

Aristokratlar dini işler dışında kralın tüm yetkilerine MÖ VII. asırda ele geçirdiler. Kentte böylece Oligarşik rejim doğdu. Demokrasi ise olumsuz tiranlık korkusu ve muhalefetinin getirdiği bir yeni idare şekli olarak Atina sayesinde insanlık tarihine girdi.

İtalya’da Etrüskler, MÖ VI. yüzyılda Roma’da dâhil Latium bölgesini hâkimiyetleri altına aldılar fakat aynı yüzyılın sonlarına doğru Roma’nın Patricii(Babalar) denilen soylu aileleri, kentin Etrüsk Kralını MÖ 509’da yılında kovdular.

Roma’nın soylularına göre yönetmek tüm halkın, kamunun işiydi. Bu nedenler soylular, Roma’da kurdukları yeni rejime, “Res Publica” dediler. Böylece Roma’da krallıktan cumhuriyet rejimine geçilmiş oldu.Roma’nın soyluları, Cumhuriyetin yönetiminin esaslarını şu şekilde düzenlediler. İlk olarak devlet yönetimini halk tarafından seçilmiş adına magistrat denilen iki kamu görevlisine (consül) bıraktılar. Emretme / yönetme gücü ve yetkisine ise yalnızca birisinin (kura ile ya da sırayla) sahip olacağı görevdeki Consül (Konsül)‘ün diğer meslektaşının onayı olmadan hiç bir icra yetkisi yoktu. Romalılar askeri ve mülki idareyi bu iki yöneticiye (Consül) bıraktılar. Ayrıca yine ikili yönetim ilkesi ile çalışan görev süresi 1 yıl olan adlî, malî ve îmar işlerinden sorumlu altı consül daha atadılar. Devleti yöneten magistratların hiç birisinin diğerinin görev alanına müdahale yetkisi yoktu. Kurumlar ve kuvvetler ayrılığı ilkesi uygulanıyordu.Son olarak askerî ve mülkî idareden sorumlu iki Consül’ün başarılı olamadığı ya da savaş gibi tek otoriteye ihtiyaç duyulduğu olağanüstü hallere yönelik olarak Diktatör makamını kurdular. Diktatör, tüm konsüllere emretme yetkisi ile donatıldı. Görev süresi altı ayla sınırlandırıldı. Görev sırası ve sonrasında suçlanamaz ve yargılanamazdı.

2. Kral ve çevresinde dar mutlu azınlık toplumu(rahip, memur, komutan vs.) ile imparatorluk

Klanda otorite uzun süre boyunca tüm topluma yayılmıştı. Sonraları klanın simgesini taşıyan tek bir insanda yoğunlaştı. Otoritedeki bu değişim sonrası, korku, hayranlık duyulan güç veya olayı temsil eden sembol (totem) tanrı, insan da şef hâline geldi.

Nil Nehri kökenlerine bağlı olarak artan gruplar içinde bölgesel bir birlik şeması çizmiştir. Güneylilerle kuzeyliler arasında yüzyıllar süren savaşlardan sonra Şahin klanı üstün geldi. Klanın lideri Menes, 38 Nomo’yu (küçük beylik) birleştirdi ve
MÖ 3315’te Mısır’ı krallık altında birleştirdi. Güneş ışığının çok güçlü olduğu Mısır’da Güneşe tapılıyordu. Kral Tanrı’nın yeryüzündeki elçisi sayılıyordu.

Mora Yarımadası’nda filizlenen şehir devletlerinde krallıklar yerini, önce oligarşik yönetim tarzına, devamında tiranlığa ve son olarak doğrudan demokrasiye bıraktı. Atina demokrasisinde, oy hakkı olmayan insanların olduğunu da unutmamak gerekir. Mısır, Mezopotamya, Çin, Avrupa ve Asya’da krallıklar doğdu. Bazıları ise Persler, Hititler, Asurlular gibi imparatorluklara dönüştüler.

Kölelik:
İş gücünden yararlanmak için köle yapılan insanlar İlk Çağ’ın çoğu toplumunda var olan bir sınıftır.

b) Siyasi gücün meşruiyet kaynakları ve maddi kaynakları

Nil Havzası’nda kral, Tanrı’nın temsilcisi iken sonradan Tanrı’nın ta kendisi olur (Firavunlar).

Mezopotamya’daki Sümerlerde ise krallar rahip kimlikleriyle otoritelerini meşrulaştırmışlardır. Mezopotamya’da Sümerler farklı özelliklere sahip on bir şehir devleti(krallığı) hâlinde örgütlendiler. Dinî başkent Nippur, rahip yetiştirme merkezi Uruk, tahıl ambarı ve bakır işlemecisi Lagaş, lüks eşya üreticisi Ur şehri gibi. Ancak tüm krallar meşruiyetlerini her şeyin sahibi ve emreden yönetici kimliklerinin yanına başyargıç, başkomutan, başrahip gibi ekstra güç yetkilerini toparlayarak daha da sağlamlaştırdılar.

Sümerlerden sonra MÖ 2095’te Babil Kralı Hammurabi Devleti’ni kurarken kendisini “evrenin kralı “ ilan etti. Baba tanrının kutsal oğlu Babil Tanrısı Mardu, Nippur’daki inancın yerini aldı.  Ancak sürpriz bir gelişme olmuş, Hammurabi, inanç ve askerî kuvvet faktörü ile sağlamlaştırdığı teşkilatını kalıcı kılmak için kanunlara dayalı bir yapı kurmayı tercih etmiştir. Benzer bir gelişme Mısır’da da yaşanır. Monarşinin mutlak iktidar anlayışı yerine kanuna dayanan, herkese açık ve erişilebilir hukuk hâkimiyeti kurmaya karar veren Tebli prensler MÖ 2000’lerden başlayarak Mısır toplumunu yeniden örgütleyip düzene koymuştur.

Girit uygarlığından çok daha önce Girit ve Ege Adalarında yaşayan ve ticaret amacıyla doğu Akdeniz’e gelerek Lübnan’da Byblos kentini kuran tüccar Fenike uygarlığında ise kral hiç yoktur. Denizci tüccarların kurduğu zengin ticari şehir ve koloniler söz konusudur.

MÖ 1100-1000 döneminde, Urartu adlı devletini kuran ve yerleşik duruma geçen Gürcü kabileleri soygunculuk ve eşkıyalık yaparken Van’ı Asurlulara ve barbarlara meydan okuyan bir kale kent haline getirmişlerdir.

Frigler, Anadolu kıyı pazarlarının demir ihtiyacını karşılamak üzere Doğu Anadolu’ya ilerlemeyi dahi denemişlerdir. MÖ 1000-630 arasında Avrupa’da kurulmuş Kelt İmparatorluğu’nun temelinde de Avusturya’da Halstatt’da, Lorraine ve
Burgonya’daki havzalarında maden çıkartıp işlemelerinin sağladığı güç yatar.

6. İlk Çağ’da Hukuk Sistemlerinin Dinî ve Beşerî Kaynakları

Sümer devletlerinin her biri bağımsızdı ve aralarında bir siyasi birlik yoktu. Şehirlerdeki krallık kurumu, tanrıların yeryüzündeki mülklerini adilane bir şekilde idare edilmesi ve toplulukların düzeni için tanrılar tarafından kurulmuştur.

Er sülalesi (MÖ 2650-2550) saray ve mabedi birbirinden ayırdı. Böylece mabet şehri rejimi doğmuş oldu. Anlayışlarına göre, Tanrılar insanları kendilerine hizmet etmeleri için yaratmışlardır. Onlara göre kendileri adına halkı idare için seçtikleri Lugal (kral), tanrının mülkünü korumakla görevli çobandır.

Bu anlayışın dışında Mezopotamya’da sadece Akad Kralı Naramsin idareyi kolaylaştırmak için kendisini tanrılaştırdı ve daimi bir ordu besledi. Bu teokratik monarşi örneği ancak yarım asır yaşayabildi.

Asur, Sümer ve Hitit uygarlıkları hukuksal düzenlemelerle siyasetini, ticaretini ve toplumsal ilişkilerini düzenlemiş ve yasa metni hâline getirerek halkına ilan etmiştir. Hukuk sorunlarını belirli örf ve âdetlere dayanarak çözen Sümerler bunun için kurumlar oluşturan ilk topluluk olmuş geleneklere dayalı hukuktan tabletlere yazdıkları kayıtlarla yazılı hukuka geçmişlerdir.

Babil Kralı Hammurabi’nin 300 kadar maddeden oluşan yasaları, bugün de var olan alım satım, miras, iş sözleşmesi, evlenme, hırsızlık ve adam öldürme gibi sorunları ele almıştır.

Kutsal Firavun ’un “Büyük Ev” denilen sarayı idari, dinî ve ekonomik bir merkezdir. Başrahip, başyargıç ve başkomutan olan Firavun adalet dağıtır. Tanrıların oğlu ve mirasçısıdır. Hayatın nefesinden, yiyeceklerinden sorumludur. Onun iradesi, kanunnameler ya da mektuplar yoluyla yayınlanır; stellere veya mezar duvarlarına yazılır.

Roma’da cumhuriyet rejiminin kurulması sonrasında devlet yönetimi ve hukuk alanında MÖ 450 yılında yazılmış olan 12 levha kanunlarıdır. Bu yasaların çoğu halk meclislerince çıkarılan ve anayasal nitelikteydi ek olarak anayasal olmayıp kişi ve toplumları ilgilendiren adli işlerden sorumlu Praetorlerin çıkardığı emirnameler de önemli bir hukuksal kaynaktır. Bunların hepsi akılsal ürünlerdir. MS 6. yüzyılda, imparator Iustiniaus (Yustinyanus) yasaları, İustinaus Yasaları adıyla derletti. Bu derleme çağdaş hukukun temelini oluştururdu.

Antik Çağ’da hukuk kavramının kökeninde, inanç ve töreler yer alıyordu. Hukuk kavramı önemliydi. Pagan çok tanrılı adalet inanç dünyasında yer alan Dikaiosyne (Adalet Tanrısı), Themis (Gelenek Tanrısı), Thesmos (Tanrısal Hukuk) gibi tanrılar, hukukun inanç sistemi ile bağlantısını göstermektedir. Hellenistik Dönem’e kadar köken itibariyle din temelinden beslenen hukuk sistemine eski Yunanlılar insancıl nitelik vermeye çalışmışlardı. Solon ve Drakon gibi devlet adamları bu kanun koyucuların başında gelmekteydi. Hukuk sistemini din merkezinden çıkarıp insan odaklı bir biçim kazandığı bu gelişmelerden sonra insani olan hukuk sistemi biçimlenmeye başlamıştır.

İbranilerin hukuki kaynaklarının başında Hz. Musa’ya verilen mukaddes kitap Ahdiatik (Tevrat) gelir. Onu Aziz Yahuda adlı bir hahamın (MÖ 120-194) hazırladığı Mişna izler.

AÖL TARİH 1 – 2. ÜNİTE KONU TESTİ

3. ÜNİTE SÜPRİZLERLE DOLU ORTA ÇAĞ

3. Orta Çağ’daki Belli Başlı Siyasi ve Sosyal Yapılar

3.1.a Orta Çağ’daki başlıca siyasi gelişmelere ait tarih şeridi

651 Sasani Devleti’nin yıkılması

711 Vizigot Krallığı’nın sona ermesi

1000 İslamiyet’in Hindistan’da yayılmaya başlaması

1054 Katolik- Ortodoks bölünmesi

1196 Moğol İmparatorluğu’nun kurulması

1215 Magna Carta

1227 Moğol İmparatorluğu’nu parçalanması

1295 İngiltere’de parlamenter sisteme geçilmesi

1337-1453 Yüzyıl Savaşları

1347-1351 Veba Salgını

3.1.b/c Orta Çağ’da siyasi yapılar ve aralarındaki farklılıklar

b 1. Soy/hanedana dayalı Krallıklar

374 yılında Hunlar Volga üzerinden Avrupa’ya ulaşır. Hunların ilk baskısını hisseden Germen kavimlerinden Ostrogotlar 482’de Konstantinopolis’e 493’te İtalya’ya saldırarak hâkim olurlar. Ardından Vizigotlar batıya göç ederken
İtalya ve Galya’ya uğradılar. Nihayet 711 yılına kadar hüküm sürecekleri İspanya’da krallıklarını kurdular. Kuzey denizi kıyılarından gelen Donlar, Angıllar, Jutlar, Saksonlar, Anglo Saksonlar ise Büyük Britanya’nın güney ve doğu
taraflarını işgal ettiler. Yenilen Brötonların bir kısmı Kıta Avrupası’ndaki Fransa’ya gittiler. Roma İmparatorluğu’nda yayılmaya başlayan Germenler imparator ile kendi kralları arasında yapılan anlaşma ile müttefik oldular. Doğu
Roma İmparatorluğunun kuzey batı sınırına Gepit Krallığı ve Bulgar Krallığı yerleşti. Galya’da Frank Krallığı, İspanya’da Vizigot Krallığı(507-711), Afrika’da Tunus bölgesinde Vandal Krallığı(419-507) doğdu. İtalya’da Ostrogotlar (493-553)ve sonra Lombartlar (568-774), Britanya’da Saksonlar ve Angleler de halkı zorla itaat altına alarak, imparatorluğa yerleştiler. Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra sahne alan bu krallıklar, Avrupa’da gelişen iki güç kaynağından birincisini teşkil ettiler. Krallıklar zaman içinde Avrupa’nın ulus devletlerini şekillendirecek bir hedefe yönelmiştir.

b 2. Kilise ve Papalık

Avrupa’da dinsel ve kültürel açıdan tek blok Hristiyan âlemi amacına yönelen kilise, Roma İmparatorluğu’na ait bütün alanı işgal etmeye çabalarken Roma piskoposu, Roma İmparatorluğu mirasını kendisi için de elde etmeye çalışıyordu. İznik Konsili’nin Roma piskoposuna tanıdığı üstünlük 440 yılında papalık makamının ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Bu yeni düzen ortaya iki önemli sonuç yarattı. İlki teokratik gücün reddiydi. Dinsel güç kilise’ye ve papa’ya, politik güç ise krallara aitti. İkincisi ise Avrupa’da Keltler, Germenler, Romalılar, Yahudiler, Slavlar, Macarlar ve Arapların karışmasıyla oluşacak olan melez toplum oluşumu başladı.

b 3. Avrupa’da Feodalizm

IX. yüzyıl içinde Kıta Avrupası’na hem kuzeyinden hem de doğusundan iki istila hareketi gerçekleşti.

Kuzeyden gelen İsveçliler, Wolin, Oder, Vistül ve Novgorod’a yerleştiler ve kendi monarşilerini kurdular. Danimarkalılar ve Norveçliler diğer adıyla Vikingler ada ülkesi Britanya’ya saldırdılar. Britanya Adası, Kuzey Viking Krallığı ve burasının eski hâkimi Vessex(Vesseks) hanedanınca yönetilmeye başlandı. Şarlman, 814’te ölünce Frank Krallığı, Batı, Orta ve Doğu Fransa olmak üzere üçe ayrılmıştı. Batı Fransa Krallığı, Viking lideri Rollo (Rol,893-922) ve ardıllarına 911’de Frankların kuzey toprağı Normandiya’yı teslim etti. Vikingler bu sefer Normanlar adı altında istilaya devam ederek 1050’de güney İtalya’daki Napoli ve Bari’ye yerleştiler. Sicilya’da feodal bir devlet kurdular.

Doğudan gelen istilacılar ise göçebe kabileler olan Macarlar 895’ten 955’e kadar Frank İmparatorluğu’nda büyük karışıklıklar çıkardırlar. Avrupa’nın istikrarsızlığına XI. yüzyıldan itibaren önce Selçuklular ve Osmanlılar ile XIII. yüzyılda Moğollar da katkı verdiler.

• Merkezî otorite giderek güvenilemez hâle gelince kralların ülkesini, sadakati karşılığında en iyi koruyabilecek aristokrat savaşçıya bağışladığı,
• Bağışlanan arazide meyve bahçesi, sebze bahçesi, ahır, hapishane, kilise, atölye çalışmaları ve şefin kendi kendine yetmesi için gerekli olan her şeyin bulunduğu; köylerin, kentlerin ve şatoların kurulduğu,

• Lordların (aristokrat -soylu savaşçı) devraldığı alanı astlarına (şövalye) görev/hizmet karşılığı devrettiği,

• Aristokratların kendi vassalleri olan şövalyelerinin lordu olduğu; özgür köylülerin şövalyenin vassalı olduğu, en altta da tarım işçileri ya da serfler bulunduğu bir sistem oluştu.

Süreç içinde feodalite monarşinin otoritesini parçalayıp yuttu. Monarşi prensip olarak varlığını sürdürdü, geriye kendisine kutsal ayinler ve hiyerarşi içindeki ilk sıra kaldı.

b 4. Doğu Roma İmparatorluğu

395’te Roma İmparatorluğu’nun doğu ve batı şeklinde ikiye ayrılmasından sonra temellerini Roma hukuku ve yönetimi, Yunan dili ve kültürü, Hristiyan inancı ve âdetlerine dayalı olarak kuruldu. Kilise de 479’dan itibaren imparatora tacını giydirerek önemli bir iktidar unsuru hâline geldi. 867’den itibaren otoritesinin zirvesine çıkan imparator Tanrı’nın seçilmiş kuluydu. 1025-1204 yılları arasında önüne geçilemeyen bir feodalleşme süreci yaşayan imparatorlukta büyük toprak sahiplerine mali dokunulmazlık yani tam vergi muafiyeti tanındı. Evrensellik talebinde bulunmakta olan Roma ve İstanbul kiliseleri 1054 yılında birbirleriyle ilişkiyi kesti ve Batı Hristiyanlığı(Katoliklik) ve Doğu Hristiyanlığı (Ortodoksluk) şeklinde Orta Çağ’ın büyük bölünmesi yaşandı.

b 5. Arap yarımadasında Dinî ve Siyasi Yapılanma

Orta Çağ’da Dünya’nın bir başka köşesi Arap yarımadasında ise Hz. Muhammed, 23 yıllık mücadelesinin sonunda bir İslam devleti kurdu. Ölümü ardından dört halife (632-656), Emeviler (661-750) ve Abbasiler(750-1514) Dönemleri’nde sınırları genişleyen İslam devleti teokratik bir imparatorluğa dönüştü.

b 6. Asya’da Belli Başlı Siyasi Yapılar

Çin: Asya’nın doğu ucuna doğru Çin 317-589 tarihleri arasında kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrıldı.

Moğol İmparatorluğu: Orta Çağ dünyasında, XIII. yüzyılda Asya’nın bir başka güçlü siyasi oluşumu da Moğollardır. Timuçin(Cengiz Han, 1155-1227) Türk-Moğol boylarını bir araya getirerek son derece disiplinli Boylar Federasyonu oluşturdu.

3.2. Orta Çağ’da Ekonomik Faaliyetler

1 a. Orta Çağ’da kentlerde meydana gelen değişiklik ve gelişmelerin siyasi ve sosyal organizasyonlar üzerindeki etkileri

a 1. Vergi toplamasında azalma

Roma İmparatorluğunda kentlerin, pazarların değiş tokuş merkezî, yerel tarımsal faaliyet ve küçük çaplı mal üretim merkezî ya da limanların söz konusu olduğu yerlerde uzun mesafeli ticaretin odak noktası olma gibi özellikleri vardı. IV. yüzyılın sonuna gelindiğinde toprak sahibi özerk kent meclisi üyeleri, kentlerinin bakımına yönelik üstlendikleri kentin belediye hizmetleri ile devletin istediği yerel gelirlerin vergi matrahının belirlenmesi toplanması ve devlete iletilmesi konusundaki görevlerinden kendilerini kurtaran senatör statüsünü elde ettiler. Bunun sonucunda daha az varlıklı ve daha az imtiyazlı olanlar, sırtlarına binen ağır yükten kaçınmak için çeşitli yollar üzerinden direnişe geçince, vergi tahsilinde azalma meydana geldi.

a 2. İlk özgür ve örgütlü kentler

Kentlerde statü açısından imtiyazlı statülere sahip zengin vatandaşların başını çektiği bir sosyal tabakalaşma oluştu. Özellikle bölgeler arası ticaret ile meşgul olan büyük ölçekli tüccarlarının başını çektiği kent tüccarları arasında küçük kent vatanseverliği duygusu gelişti. Zanaatkârlar ile iş birliği yapan tüccarların Kastilya, Aragon ve Barcelona (Barselona) gibi kentlerde kent meclislerine sahip olmaları ile Avrupa’nın ilk özgür ve örgütlü kentleri doğdu.

a 3. Paranın feodalizmi zayıflatması

Avrupa’da zengin tüccarlar (burjuva) sınıfı giderek güçlenirken feodalite çöküş dönemine girdi. Kentler, soylular için vazgeçilmez bir ihtiyaç karşılama merkezî oldular. Sınırları içinde büyük kentler bulunan krallar da burjuva sınıfıyla feodal derebeylerine karşı ortak cephe oluşturdu. Nakit ihtiyaçlarını burjuvalardan gideren krallar, karşılığında verdikleri imtiyazlar ile kentlere özgürleşmenin kapılarını araladılar. Bu ülkelerde monarşi sağlamlaştı ve pekişti. Ticaretin zayıf olduğu ülkelerde ise feodaller, kralların girişimlerini kırarak kendi toplumlarını, kırsal ekonomilerine hapsettiler.

a 4. Parlamenter sisteme geçiş

Feodalitenin yıkım sürecine girdiği XIV. yüzyıla kadar, derebeylerinin krallarla olan savaşında akla gelmeyen ilginç sonuçlar da yaşandı. Din adamları ve baronlar her ne pahasına olursa olsun krala karşı biz kazanacağız şeklinde ittifak yemini edip ayaklandılar.17 Mayıs 1215’te Londra’yı ele geçirdiler. Kral John hazırlanmış olan Magna Carta Libertatum (Büyük Sözleşme) isimli tarihin ilk anayasasını imzalamak zorunda kaldı. İngiliz monarşisi ile tebaası arasındaki iktidar savaşı, 1265 yılında monarşinin gücünü sınırlayan “İlk Parlamento’nun” açılmasıyla sonuçlandı.

a 5. Yeni toplumsal sınıflar ve sorunlar

Avrupa’nın özellikle büyük kentlerinde zanaatkârlar esnaf birlikleri hâlinde örgütlendiler. Yevmiyeye tabi vasıfsız işçi konumundaki sayıca kalabalık büyük iş gücü kitlesi işçilerin ise benzer bir teşkilatı yoktu. Arada sırada menfaatini korumak için şiddete başvuran işçiler, XIII. yüzyılın ilk yarısında Kuzey Fransa ve Flandre’de ilk gerçek grevi gerçekleştirdiler. XIV. yüzyıldaki kriz, işsizlik afetinin yanına yoksulluğu, sefaleti, evsizliği, dilenciliği, çocuk suçlarını ve fahişeliği getirdi.

Avrupa kentlerinde başka bir dayanışma grubu şeklinde kilise yerleşim birimi grupları ve din kardeşliği doğdu. Bu örgütlenmeler üyelerine toplu ibadetler yoluyla avuntu ve sıkıntı durumunda destek verdi.

a 6. Eğitim ve din alanlarındaki gelişmeler

XII. yüzyıldan sonra kentler kendi başlarına birer kültür merkezleri hâlini aldı. Paris’te, ünlü hatip Pierre Abelard’ın kilisenin şekilciliğine ve abartılı karamsarlığa yönelik eleştirileri ile başlayan süreç sonunda “Öğrenmek öncelikle sorgulamaktır” ilkesi doğdu. Bu ilke eşliğinde yoğun bir inceleme ve araştırma dönemi başladı. Ciçeron, Platon ve Aristoteles’in eserleri daha çok okundu. Dünyayı akıl ile açıklama girişimleri başladı. İncil’in referansı ile kilisenin olağanüstü
boyutlardaki zenginliklerini kınayan Pierre Valdes(Piyer Valdız)’ın kurduğu Vaudois(Vavdus) Kilisesi mensupları aforoz edilip sapkınlıkla suçlandı. Sonuçta feodal otorite giderek güçsüzleşti. Kilise saygınlık kaybına uğradı. Papa III. İnnocent (İnosent), hristiyanlıkta ilk dönem sadeliğine dönüşü teşvik eden ve zengin manastır tarikatlarını eleştiren Dominikan ve Fransiskan Tarikatlarının kurulmasına izin verdi. Engizisyon mahkemesini kurdu.1231’de Paris Üniversitesi’nin bağımsızlığını kabul etti. Özerklik hareketi İtalya’ya ve İngiltere’deki üniversitelere de sıçradı.

a 7. Gelişmelerin Doğu Avrupa’ya etkileri

Avrupa’nın batısında görülen güzel zengin ve özgür kentler süreci, kıtanın doğusunda tam tersi bir süreç izledi. Rus derebeyleri ve prensleri, daha da zenginleşmek için köylüleri toprağa bağlamak ve emeklerini sömürmek, daha fazla toprak fetih etmek siyaseti güttüler.

a 8. Asya’da genel durum

Orta Çağ Çin dünyası ise Kuzey ve Güney Çin olmak üzere ikiye ayrılmış hâldeydi. Güney Çin Krallığı Song Hanedanı yönetiminde ticaretin sağladığı zenginlikle taçlanan bir barış dönemi içindeydi.

3.2.1 b Asya ve Avrupa’da ticaret hayatı

Orta Çağ Avrupa’sında ticaret dünyasında manastırlar da bir marka hâline geldiler. Manastırlar tarımsal üretimi ve hayvancılığı geliştirdi, yolları onardı, yeni tarım alanları açtı, üretimi arttırdı. Manastırlar serbest zanaatkârlarla rekabet ederek âdeta birer tarım ve endüstri merkezî hâline geldiler ve ticarete canlılık kattılar. Avrupa, Asya, Afrika ve Akdeniz havzası ticaretini birbirinden ayrı ve bağımsız düşünmek çok yanlıştır. Kara ticaretinde kervan adı verilen ticaret kafileleriyle ticari mallar, bölgeler ve ülkeler arasında taşınmıştır. Kara yolu nakliyesinde deve, at, katır gibi dönemin yük hayvanları kullanılırdı. Seyahat esnasında konaklama mekânları olarak ribat (güvenlik-konaklama işlevli yarı askerî yapı), han (yolcu ve ticaret kafilelerinin konakladığı yapı), kervansaray (hanların fiziki mekân ve kapasite olarak daha büyük olanları) gibi tesisler inşa edilmiştir. Şehirlerde ise tüccarların ticaretlerini gerçekleştirecekleri toptan ve perakende
alışverişin yapıldığı, ürünlerin depolandığı veya sevk edildiği yapılar olan arasta, bedesten ve kapan isimli mimari yapılar inşa edilmiştir.

Bölgeler ve ülkeler arasında içerilere doğru kara yolunun başladığı veya kara yolunun sona erip deniz yolunun başladığı Kartaca, Roma, İstanbul, Kırım, Trabzon, İskenderiye gibi ticaret merkezî limanlar da vardır. Ticari gemilerde ticari ürünler amfora adlı büyük çömlekler içinde muhafaza edilmiştir. Başlıca ticaret yolları, İpek Yolu, Baharat Yolu, en güzel kokuların develere yüklenip getirildiği Tütsü Yolu, boncuk ticaretinin yapıldığı Amber (Kehribar)Yolu, Kürk Yolu ve Afrika’da ticaret için aşılan Trans Sahra Yolu’dur. Müslüman Araplar baharat yolu kanalı ile Çinlilerle ilişki kurmuş, 751 Talas Savaşı’ndan sonra Semerkant’a getirilen Çinli tutsaklardan kâğıt yapımını öğrenmiştir. Bağdat’ta kâğıt satmaya başlamışlardır. Abbasiler döneminde Bağdat; Hindistan, Çin, Suriye ve Afrika arasında bir ticaret ve aydınlanma merkezîne dönüşmüştür. Alışverişlerde değişim aracı olarak bakır ve bronz sikkelerin yanında altın para “dinar”
ve gümüş para “dirhem” kullanılmıştır. Farklı değişim araçları da göze çarpmaktadır. Örneğin İtil Bulgarlarının deri paraları, Uygurların pamuklu kumaş parası, Çin’in farklı büyüklükte madeni sikkeleri. Orta Çağ İslam dünyasında da dinar ve dirhemin dışında inci, yakut, zümrüt de değişim aracı olarak değerlendirilmiştir.

3.2.1 c Ticaret Yolu Kavgaları

Çin İmparatoru Tişemin, ülkesine tüccarların taşıdığı Suriye Hristiyanlığına “Gerçeğin yalnız bir adı yoktur.” diyerek hoşgörüyle yaklaşmıştır.Hindistan’dan ve Çin’den giden baharatlar batıya, özellikle Avrupa mutfaklarına lezzet ve tat
katmıştır. Yemen’den götürülen kahve Batı insanının keyif ve zevkini artırmıştır. Ayrıca, gıda maddelerinin karşılıklı girişi ile tarım ürünlerinde de değişimler yaşanmıştır. Tüm bu faktörler, ticaret yollarının değerini ortaya koyan unsurlardır.

Cengiz Han, İran’a kadar İpek Yolu’nun güvenliğini ve bütünlüğünü sağlamış, kervan soyguncularını cezalandırmış ve tüccarları korumasına almıştır.

Akdeniz Havzası’nda Müslüman Araplar, Doğu Roma ve Batı Roma arazilerine sahip krallıklar arasında yaşanan birçok mücadelenin temelinde ticaret sayesinde uluslararası siyasette stratejik önem kazanma isteği vardır. Ticaret yolları askerî istila harekâtları, göçler, haçlı seferleri ve hastalıklar gibi istenmeyen olaylara da sahne olmuştur. 1346-1353 tarihinde Altınordu Devleti’nin merkezînden Avrupa’ya yayılan tahminen 20 milyon kişinin öldüğü Kara Ölüm (veba salgını) olumsuz gelişmelere ilginç bir örnektir.

3.3 Orta Çağ’da askerî organizasyonlar ve toplumsal yaşam

Yerleşik bir hayatın sürdüğü Roma İmparatorluğu’nda sahra ordusu denilen büyük çaplı çoğunluğu piyadelerden oluşan askerî kuvvetleri vardı. İç kesimlerindeki askerî kuvvetler, bir nevi polis kuvveti olarak asayiş ve huzuru temin için hizmet vermiştir. Asyalı kavimlerin Avrupa’da görülmesiyle başlayan Kavimler Göçü sonrasında devlet engellenmesi imkânsız bu davetsiz misafirlere önce arazi gösterip çiftçilik yapmalarını istemiş sonradan çete şeklinde birleşmiş savaşçılar olarak vilayetlerinde garnizon komutanlığı kuvvetleri şeklinde istihdam etmiştir.

Bizans imparatorluğu, saldırgan ve hızlı saldırılara karşı klasik askerî yapılanmaları yetersiz kalınca nakit para karşılığında profesyonel asker istihdamı yoluna gitti. Piyade ve süvari olan bu profesyoneller, Rus Norman, Türk Frank ve yerli paralı askerlerden oluşturulmuştur. Rus ve İskandinavlardan oluşan Vareng Muhafızları profesyonellerin en ünlüsüdür. Yabancılara askerî hizmetleri karşılığında X. yüzyıldan itibaren toprak verilmeye de başlanmıştır.

X. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu batı ve balkan sınırlarında kilit noktalarda küçük bağımsız tampon vilayetler kurulması yoluna da gitti. Bu yapılanmanın öncelikli işlevi savunmaydı. V-IX. yüzyıl döneminde Avrupa’da ortaya çıkan feodal sistemin içerisinde paralı profesyonel bir savaşçı tipi olarak şövalyelik kurumu gelişti. Önceki dönemlerde atın gücünü sadece tarımsal üretimde değerlendirmiş olan Avrupalılar, Kavimler Göçü sayesinde Bozkır kavimlerinden yeni koşum takımları, demir nallar, üzengi ve atlı hücum süvarilerini öğrendiler.  XI. yüzyılda bir kilise rahibi yönetiminde yemin ederek kılıç kuşanma töreni ile yüceltilen şövalyeliğin Tapınak Tarikatı(1119 Temple Tarikatı) gibi tarikatları dahi kurulmuştur.

Orta Asya ise tarıma elverişli olmadığı için insanların ana geçim kaynağı hayvancılık olmuştu. Türkler ve Moğollar hayvanlarını doyurabilmek için sürekli otlak arayışında olduklarından göçebe bozkır kültürü ve yaşam şekli gelişmiştir. Konargöçer yaşam tarzında askerlik özel bir meslek değildir. Cinsiyet ayırmaksızın zor şartların üstesinden gelebilmek için yeri geldiğinde herkes asker olarak mücadele verir. Bu özellikten dolayı Türkler için “Ordu Millet” tanımlaması yapılmıştır. Ordu onluk sisteme göre idare edilirdi ki Cengiz Han da Moğol ordularını teşkilatlandırırken bu sistemden yararlanmıştır.

3.4 Orta Çağ’da hukukî düzenlemeler

Moğol İmparatorluğu’nun hukuk ve askerlik işlerini düzenleyen kanunlar “Cengiz Han Yasası” olarak meşhurdur. Aslında bu yasanın tamamı bizzat Cengiz Han tarafından konulmuş olmayıp onun emriyle Uygur âlimlerinden biri tarafından yazılmış, hukuki esaslarının çoğunu Türk kavimlerinin ananevi hukuki esaslarının oluşturduğu bir yasadır.

Roma hukuku kaynaklarından 12 Levha Kanunu bir sınıf çatışması sonucu ortaya çıkmış, sınıflar arasında uzlaşma sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Hukuk bilimi Roma İmparatorluğu’nda Diokletianus’un (Diyokletinyus)kurduğu yeni imparatorluk düzeninden sonra canlılığını yitirdi. MS VI. yüzyılda imparator Justinianus (Yustinyanus), yasaları derletti. Kamu Hukuku ve Hususi Hukuk şeklinde iki bölümden oluşan İustinianus (Yustinyanus) hukuku modern hukukun temellerindendir.

ROMA HUKUKU CENGİZ YASASI
AİLE HUKUKU  AİLE HUKUKU
Kişiler evli olduklarını önceden yapılmış
drahoma adı verilen bir sözleşmeyle
ya da kilise görevlisi ve tanıklar huzurunda
evlenme iradelerini beyan ederek ispat
eder.
Çocuğun evlilik esnasında doğumu
soyunun sıhhati için yeterli değildir. Babanın
doğumdan sonra kendisine gösterilen
çocuğu kabul etmesi gerekir. Baba
kabul etmezse çocuk sahipsiz olur, evden
atılabilir veya öldürülebilir.
Cariyelerden doğan çocuklar meşru
çocuk addolunurlar ve nikâhlı zevceden
doğan çocuklar gibi babalarının mirasından
hisse alırlar.
Çocukların derecesi analarının derecesi
ile tayin olunur.
Birden fazla kadınla evlenilmiş ise içlerinden
ilk kez nikâhlanmış olan bazen
de babasının soyu çok ünlü bir soy olan
«baş kadın» kabul edilir.
CEZA HUKUKU  CEZA HUKUKU
Bir kimse diğerinin bedenine zarar
verirse veya bir şey çalarsa zarar gören
şahıs, zararın telafi edilmesini isteyebilir
ve bu tazminat para ile ödenirdi.
Örneğin el veya sopa ile kemik kırılmışsa
zarar gören kişi hür ise 300, köle ise
150 Roma parası ödenir. Suçtan zarar
gören kişinin tazminat dışında, işlenen
suça karşılık ceza istemeye hakkı yoktur.
Cezayı talep etme hakkı devletindir.
Başkalarının sağlığını ve hayatını kötü
etkileyecek sihir ve büyü, başkasına ait
ürünün kötü olması için edilen dualar
ölümle cezalandırılır.
12 Levha Kanunu
Bir kimse, kendisine borçlu olan kişiyi
hâkim önüne götürürse ve borçlu borcunu
ödeyemezse belirli şekillere uyarak
ona el koyar, evine götürür ve zincire
vurur. Belirlenmiş zaman içinde yine
ödeyemezse öldürebilir veya köle olarak
satabilir.
Bir kimsenin elinde çalınmış at bulunduğu
takdirde bu kimse atı sahibine
iade etmeğe ve bundan başka, at sahibine
ceza olarak dokuz at vermeye mecburdur.
Eğer çalan bu mali cezayı ödeyecek durumda
değilse bunun yerine çocuklarını
vermeğe mecbur edilir.
Bizim sülaleden herhangi birisi yasa
esaslarına aykırı hareket ederse birinci
defasında onu sözle öğütlemelidir. İkinci
defa yasayı çiğnerse uzun nutukla ikna
edilmeye çalışmalıdır. Üçüncü defa olarak
yasayı göz ardı ederse sülâleme mensup
şahsı Balcıyun Kulcur denilen mahalle
sürmelidir. … Şayet bundan sonra
o kendisini ıslah edemez ise onu zincire
vurarak hapse atmalıdır. Eğer hapisten
çıktıktan sonra uslanmış olursa, bütün
akrabaları toplanarak bir meclis kursunlar
ve danıştıktan sonra bu suçluya karşı
ne gibi tedbir almak gerekeceğine karar
versinler.

AÖL TARİH 1 KİTABI – 3. ÜNİTE KONU TESTİ

One thought on “AÖL TARİH 1 DERS KİTABI NOTLARI ÖZETİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir